hoş görünmek için riyakârlığa temayül etmiş, ahiret mey-
velerini dünyada yemeye cevaz göstermiş bir üstaddan
alınan aynı ders-i hakikat, elmas derecesinden şişe dere-
cesine iner. İşte, sana manen otuz lira zarar vermekle
otuz kuruşluk menfaatimi aramak bana ağır geliyor ve vic-
dansızlık telâkki ediyorum. Sen madem fedakârsın, ben
de o fedakârlığa mukabil, menfaatinizi menfaatime ter-
cih ediyorum; gücenme.”
O da, bu sırrı anladıktan sonra kabul etti, gücenmedi.
Ey Nuh Bey ve Hamîd Kardeşlerim! Siz de gücenme-
yiniz!
Hem, Nuh Bey, biliniz ki şu zamanda, o havalide vefa-
darâne, şefkatkârâne beni aramaklığınız, öyle bir hediye-
dir ki, bunun gibi binler hediyeden kıymettardır.
Hem, size gönderdiğim risaleleri muhafaza etmek ve
sahip çıkmak ve benim yerimde onları himaye etmek,
binler lira kıymetinde bana karşı büyük bir hediyedir.
Çünkü, netice-i hayatımı ve vazife-i vataniyemi ve o ha-
valideki kardeşlerimin uhuvvet ve muhabbetlerine karşı
borçlarımı eda eden o risalelere ciddî sahip çıkmak, tam
muhafaza etmek ve ehline yetiştirmeye vasıta olmak, öy-
le bir hediyedir ki, dünyevî hediyelerin binlerine mukabil-
dir.
Hem emin olunuz ki, manevî zararım büyük olmasa
idi, Nuh Bey’in hatırını kırmayacaktım. Şimdiye kadar,
Cenab-ı Hakka şükür, hediyeleri kabul etmeye mecbur
BARLA LÂHİKASI | 207 |
sır:
gizli hakikat.
telâkki:
kabul etme, bir görüşle
bakma.
temayül:
bir tarafa doğru eğilme,
meyletme, yönelme.
tercih:
ayırma, seçme.
uhuvvet:
kardeşlik.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
vasıta:
aracı.
vazife-i vataniye:
vatanî vazife,
vatan görevi.
vefadarâne:
vefalı olarak; sözün-
de, sevgisinde durana yakışacak
şekilde.
ahiret:
öbür dünya, ikinci ha-
yat.
Cenab-ı Hak:
Allah (c.c).
cevaz:
caiz olma, izin, ruhsat,
yapılmasına teşvik olunma-
yan, ancak mâni de olunma-
yan iş.
ciddî:
gerçek olarak, hakika-
ten.
ders-i hakikat:
hakikat dersi.
dünyevî:
dünyaya ait.
eda:
ödeme.
ehlî:
ilgilisi, alışık, yabancısı
olmayan.
elmas:
çok kıymetli bir mü-
cevher.
fedakâr:
kendini veya şahsî
menfaatlerini hiçe sayan, fe-
da eden.
havali:
bölge, etraf, çevre, ci-
var.
himaye:
koruma, muhafaza
etme.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
madem:
...den dolayı, böyle
ise.
manen:
mana bakımından,
manaca.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
menfaat:
fayda, kâr, gelir, ih-
tiyaç karşılığı olan şey.
menfaat:
fayda.
muhabbet:
ülfet, sevgi, sev-
me, dostluk.
muhafaza:
koruma, saklama,
hıfzetme.
mukabil:
karşı, karşılık, muâ-
dil.
netice-i hayat:
hayatın neti-
cesi ve gayesi.
riyakâr:
riya eden, iki yüzlü,
sahtekâr.
şefkatkârâne:
şefkatli ve
merhametli bir şekilde.