kim ki küfür ve inadından dönmez, onu bekliyor şedit
azap ve ikap” (ilâahir) gibi nurlu beyanatınızla her taifeyi
ihya, ikaz ediyorsunuz.
Sizi kudsî hizmetinizde, alâkadri’t-tâka, takibe çalışan
dost, kardeş ve talebelerinize birer maşrapa vererek;
muhtaçlara gıda, zayıf ve marizlere ilâç, zalim ve kâfirle-
re semm-i katil olan ma-i kevserden ulaştırmayı emredi-
yorsunuz. Sizin kudsî hizmetinizle, irşadınızla açılan ha-
kikat ufkuna bakınca, Kur’ân’ın hudutları tayin ve tahdit
edilmeyecek kadar vâsi bir havz-ı ekber olduğunu; Fatiha
besmelesinin
Ü
menbaından gelen, her birisi ayrı lezzet-
te, ayrı şiddette, ayrı kuvvette sureler namında, yüz on
dört âb-ı hayat şubelerinin kevser musluğundan bu havu-
za akmakta olduğunu görür gibi oluyoruz.
“İdrak-i maali, bu küçük akla gerekmez;
Zira, bu terazi o kadar sıkleti çekmez!”
El ele, omuz omuza vererek himmet ve gayret-i huda-
pesendaneleriyle mazhar-ı takdir olan uhrevî kardeşleri-
me selâm ve dualar eder ve muvaffakiyetler temenni ile
dualarını istirham eylerim.
Hulûsî
ì®í
âb-ı hayat:
hayat suyu.
alâkadri’t-taka:
güç yettiği ka-
dar.
azap:
günahlara karşı ahirette çe-
kilecek ceza.
beyanat:
açıklamalar, izahlar.
gayret-i hüdapesendane:
Al-
lah’ın razı olacağı şekilde çalışma,
çabalama; Allah’ın razı olacağı iş-
leri yapmak için uğraşma.
hakikat:
gerçek, asıl, esas.
havz-ı ekber:
en büyük havuz;
ebede doğru akıp giden varlıkla-
rın toplandığı en büyük havuz.
himmet:
çalışma, çabalama, gay-
ret gösterme, emek sarf etme.
hudut:
hudutlar, sınırlar.
İdrak-ı maâlî:
yüksek, derin fikir-
leri kavrama.
ihya:
canlandırma, diriltme, ha-
yat verme.
ikap:
azap, eziyet, ceza.
ilâ:
son, nihayet, dek, değin, ... ye,
... ye kadar.
irşat:
doğru yolu gösterme,
gafletten uyandırma.
istirham:
isteme, rica etmek.
kafir:
Allah’ı ve İslamiyeti in-
kar eden, dinsiz.
kevser:
Cennette bulunan bir
akarsu.
kudsî:
mukaddes, yüce.
küfür:
şirk koşma, müşriklik.
mâ-i kevser:
Kevser suyu.
mariz:
marazlı, hasta, hasta-
lıklı.
maşraba:
su içmeye yarayan,
teneke veya bakırdan yapıl-
mış, kulplu kap.
mazhar-ı takdir:
beğenilmiş,
değeri anlaşılmış, takdir edil-
miş.
menba:
kaynak.
muvaffakıyet:
başarma, ba-
şarılı olma.
şedit:
şiddetli.
semm-i katl:
öldürücü zehir.
sıklet:
ağırlık, yük.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldı-
ğı 114 bölümden her biri.
tahdit:
hudutlandırma, sınır-
lama.
taife:
takım, güruh, familya.
tayin:
belirleme, gösterme,
sınırını çizme.
temenni:
dilek, istek, arzu.
terazi:
ağırlık ölçmekte kulla-
nılan iki kefeli tartı.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete
ait.
vâsi:
geniş, engin.
zaif:
zayıf, güçsüz, kuvvetsiz,
takatsiz, dermansız.
zalim:
zulmeden, acımasız ve
haksız davranan.
Zira:
çünkü, ondan ki, şun-
dan, şu sebepten ki, onun
için.
| 216 | BARLA LÂHİKASI