eden Otuz Birinci Mektubun Birinci ve İkinci Lem’aları-
nı ve Yirmi Dokuzuncu Mektubun Sekizinci Kısmından
İkinci Remzine ait mühim bir i’cazı da aldık, okuduk. Al-
dığımız manevî feyzi, benim gibi yoksul bir talebenizin
kalb ve kaleminin haddi değildir ki, tarif etsin.
Kıymettar Üstadım!
Nasıl o Hâlık-ı Zülcelâl’e, niha-
yetsiz bir minnettarlıkta bulunmayalım ki! Aziz Üstadımı-
zı vasıta kılarak en büyük nimetlerini pek ziyade muhtaç
olduğumuz bir vakitte veriyor, bizi teselli ediyor. Hem
memnun ediyor, hem de istikbalin nurlu yüzünü göstere-
rek bizi o nura koşturuyor. Bir taraftan kardeşlerimizi ço-
ğaltıyor, muhiblerimizi teksir ediyor, maddî ve manevî
kuvvetlerimizi takviye ediyor; diğer taraftan saadet hazi-
nelerinin anahtarlarını ellerimize veriyor…
Ey Aziz Üstadım!
Cenab-ı Hak sizden ebeden razı olsun.
Ahmed Hüsrev
ì®í
Œ
127
œ
[Zeki’nin fıkrası.]
Ben istiyorum ki, bir an evvel bir yere çekileyim de,
mesaiden hariç zamanlarımı, o ulvî ve mukaddes ha-
zine-i hakikat ve âsâr-ı giranbaha hizmetinde devama
başlayayım. Fakat bu günlük bu yüce emelimin husulün-
den, bizzarure ve bilmecburiye mahrum kalıyorum. Hiç
asar-ı giranbaha:
çok değerli
eserler.
bilmecburiye:
mecburiyetle, zo-
runlu olarak.
bizzarure:
zarurî olarak, ister is-
temez, mecburen.
Cenab-ı Hak:
Allah (c.c).
ebeden:
ebedî ve daimî olarak.
emel:
amaç, arzu, istek.
evvel:
önce, ilk, birinci, iptida,
başlangıç.
feyz:
ilim, irfan.
Hâlık-ı Zülcelâl:
celâl sahibi yara-
tıcı, Allah (c.c).
hariç:
dışarı.
hazine:
zengin ve değerli kaynak.
hazine-i hakaik:
hakikatler hazi-
nesi, gerçeklerin gizli olduğu hazi-
ne.
husûl:
hasıl olma, meydana
gelme, peydâ olma.
i’caz:
taklidi mümkün olma-
yacak derecede güzel ve düz-
gün söz söyleme.
ihtiva:
içine alma, kapsama.
istikbal:
gelecek, gelecek za-
man, ati.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
maddî:
madde ile alakalı, cis-
manî.
mahrum:
bir şeye sahip ola-
mayan, yoksun.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
memnun:
hoşnut, razı.
mesai:
iş zamanı.
minnettar:
bir iyiliğe karşı te-
şekkür duygusu içinde olan.
muhibb:
taraftar, bağlı.
mühim:
önemli, ehemmiyet-
li.
muhtâc:
ihtiyacı olan.
mukaddes:
takdis edilmiş,
kutsal, aziz, temiz.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
nimet:
iyilik, lütuf, ihsan, ba-
ğış.
nurlu:
aydınlanmış.
razı:
rıza gösteren, hoşnut
olan.
saadet:
mutluluk.
takviye:
kuvvetlendirme,
sağlamlaştırma.
talebe:
öğrenci.
teksir:
çoğaltma.
teselli:
güzel sözlerle avutma.
ulvî:
yüksek, yüce; manevî,
ruhanî.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
vasıta:
aracı.
ziyade:
fazla, fazlasıyla.
| 220 | BARLA LÂHİKASI