Sevgili Üstadım!
Bu kısım bizi o kadar mesrur etti ki,
tarifine muktedir değilim. Cenab-ı Hak sizden ebeden ra-
zı olsun.
Bu risale, kat’î bir varlıkla bu ümmete necat kapılarını
açıyor. Ve bu zulümatlı günlerin avdet etmemek üzere ve-
da etmekte olduğunu ihbar etmekle beraber şakirtlerini
hep birden ve bir ağızdan münacata davet ediyor.
Sevgili Üstadım!
İstikbalimizi Nur deryasından fışkı-
ran nücum-misal nurlarla aydınlatan ve bu kasvetli ve ka-
ranlıklı ve kâbuslu günlerimizde kat’î bir ümitle yaşatan
ve her bir risalede lemaan eden yeni bir başka nurla yü-
zümüzü güldüren Cenab-ı Vacibü’l-Vücud Hazretlerine bî-
hisap şükrümüzü takdim ederken, sevincimizi katlayan
Üstadımızın vüruduna sabırsızlıkla intizarımızı arz ederim
efendim.
Ahmed Hüsrev
ì®í
Œ
131
œ
[Said Nursî’nin bir fıkrasıdır.]
Kardeşim Hüsrev, Lütfü, Rüştü!
Size “üstad” ve “talebeler” ve “ders arkadaşları” için-
de, fayda verecek bir fikrimi beyan edeceğim. Şöyle ki:
BARLA LÂHİKASI | 229 |
tarif:
bir kavramı kelimelerle ifa-
de etme.
ümmet:
nesil, millet.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
veda:
ayrılık, ayrılma, ayrılış.
zulümat:
karanlıklar, dinsizlik, zu-
lüm ve külür.
arz:
sunma, bildirme.
avdet:
geri gelme, dönüş.
Cenab-ı Hak:
Allah (c.c).
Cenab-ı Vacibül-Vücud:
var-
lığı vacip olan Allah (c.c).
derya:
deniz.
ebeden:
ebedî ve daimî ola-
rak.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
ihbar:
haber verme, bildirme.
intizar:
bekleme, gözleme.
istikbal:
gelecek.
kâbus:
sıkıntı, rahatsızlık, kor-
ku veren.
kasvet:
sıkıntı, iç darlığı, gö-
nül darlığı, gam, keder.
kat’î:
kesin, şüpheye ve te-
reddüde mahal bırakmayan.
lemeân:
parlama, parıldama.
mesrur:
sevinçli, memnun.
muktedir:
iktidarlı, gücü ye-
ten.
münacat:
Allah’a dua etme,
yalvarma, Onun manevî hu-
zurunda tazarru ve niyazda
bulunma.
necat:
kurtuluş, kurtulma.
nücummisal:
yıldızlar gibi,
yıldızlar gibi parlak.
razı:
rıza gösteren, hoşnut
olan.
şakirt:
talebe, öğrenci.
takdim:
arz etme, sunma.