Barla Lâhikası - page 231

başka hatırlara bakılmaz. Nefs-i emmarenin enaniyeti he-
sabına, Hakkın hatırı olan bilmediğim bir hakikati, mü-
dafaa değil, alerre’si ve’l-ayn kabul ederim. Bilirsiniz ki:
Şu zamanda şu vazife-i imaniye çok mühimdir. Benim gi-
bi, zayıf, fikri çok cihetlerle inkısam etmiş bir bîçareye
yüklenmemeli; elden geldiği kadar yardım etmeli. Evet,
mücmel ve mutlak hakaika biz zahiri vesile olup çıkıyor.
Tanzim ve tasfiye, tasvir ise, kıymettar, muktedir ders ar-
kadaşlarıma aittir. Bazen onlara vekâleten tafsilâta, tan-
zimata girişiyorum, noksan kalıyor.
Bilirsiniz ki, yaz mevsiminde dünya gafleti ziyade hük-
meder. Ders arkadaşlarımızın çoğu fütura düşüp tatil-i
eşgale mecbur oluyor. Ciddî hakaik ile tam meşgul ola-
mıyor. Cenab-ı Hak kemal-i rahmetinden iki senedir cid-
dî hakaika nispeten yemişler, fâkiheler nev’inden tevafu-
kat-ı lâtife ile ezhanımızı taltif etti, zihnimizi neşelendirdi.
Kemal-i merhametinden, o tevafukat-ı lâtife meyveleriy-
le, ciddî bir hakikat-i Kur’âniyeye zihnimizi sevk etti ve
ruhumuza o meyveleri gıda ve kut yaptı. Hurma gibi, hem
fâkihe, hem kut oldu; hem hakikat, hem ziynet ve mezi-
yet birleşti.
Kardeşlerim!
Bu zamanda dalâlet ve gaflete karşı pek
çok manevî kuvvete muhtacız. Maatteessüf, ben şahsım
itibarıyla çok zayıf ve müflisim. Harika keramatım yok ki,
bu hakaikı onunla ispat edeyim. Ve kudsî bir himmetim
yok ki, onunla kulûbu celp edeyim. Ulvî bir deham yok
ki, onunla ukulü teshir edeyim. Belki, Kur’ân-ı Hakîm’in
dergâhında, bir dilenci hadim hükmündeyim. Bu
BARLA LÂHİKASI | 231 |
hikmetli Kur’ân.
kut:
yiyecek, rızık.
maatteessüf:
ne yazık ki, üzüle-
rek belirteyim ki.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
meşgul:
bir işle uğraşan, ilgile-
nen.
meziyet:
kıymetli özellik.
mücmel:
öz olarak anlatılmış, kı-
sa ve az sözle ifade edilmiş, öz,
özet.
müdafaa:
savunma, koruma.
müflis:
iflas etmiş, her şeyini kay-
betmiş.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
muktedir:
iktidarlı, gücü yeten.
mutlak:
kesin.
nefs-i emmare:
insana kötü ve
günah işlerin yapılmasını emre-
den nefis.
nev:
türlü, çeşit.
sevk:
yöneltme, gönderme.
tafsilât:
tafsiller, açıklamalar,
izahlar.
taltif:
iltifat etme, gönül okşama.
tanzim:
düzenleme, sıralama,
tertipleme.
tanzimat:
tanzimler, nizam ver-
meler, düzenlemeler.
tasfiye:
saflaştırma, saf kılma,
arıtma.
tasvir:
bir şeyi yazıyla veya baş-
ka ifade tarzlarıyla anlatma.
tatil-i eşgal:
çalışmaya ara ver-
me.
teshir:
zaptetme, ele geçirme.
tevafuk-ı lâtife:
hoş ve güzel uy-
gunluk, katşı karşıya geliş, birbiri-
ni tutma ve münasebettarlık.
ukul:
akıllar, zihinler, uslar.
Ulvî:
yüksek, yüce; manevî, ruha-
nî.
vazife-i imaniye:
imanla ilgli va-
zife, görev.
vekâleten:
vekil olarak.
vesile:
aracı, vasıta.
zahirî:
görünürde.
zaif:
zayıf, güçsüz, kuvvetsiz, ta-
katsiz, dermansız.
ziyade:
çok, fazla.
ziynet:
süs, bezek.
alerre’sivelayn:
baş ve göz
üstüne.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
celp:
çekme, çekiş, kendine
çekmek.
ciddî:
mühim, önemli.
cihet:
sebep, vesile, mucip,
bahane.
dalâlet:
iman ve İslamiyetten
ayrılmak, azmak.
deha:
olağanüstü zeka sahibi
olma.
dergâh:
sığınılacak yer.
enaniyet:
kendini beğenme,
bencillik, egoistlik.
ezhan:
zihinler.
fakihe:
yemiş, meyve.
fütur:
zayıflık, gevşeklik,
usanç.
gaflet:
Allah’tan uzaklaşıp
nefsinin arzularına dalmak.
hâdim:
hademe, hizmetçi.
hakaik:
hakikatler, doğrular,
gerçekler.
hakikat:
gerçek, doğru.
hakikat-ı
Kur’âniye:
Kur’a’nın ifade ettiği gerçek-
ler.
hârika:
olağanüstü.
himmet:
ceht, gayret.
inkısam:
bölünme, parçalan-
ma.
ispat:
delil göstererek iddiayı
sağlamlaştırma.
kemal-i merhamet:
merha-
metin son derecesi, tam bir
merhamet, mükemmel ve
kusursuz merhamet ile.
kemal-i rahmet:
rahmetin
mükemmelliği.
keramat:
kerem ve bağışlar,
ikramlar, lütuflar.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
kudsî:
mukaddes, yüce.
Kur’ân-ı Hakîm:
herşeyi ile
1...,221,222,223,224,225,226,227,228,229,230 232,233,234,235,236,237,238,239,240,241,...720
Powered by FlippingBook