Barla Lâhikası - page 236

giderlerdi. Cenab-ı Hak, Feyyaz-ı Mutlak ve Hallâk-ı Azîm
mevcudat ve camidat ve zerreler adedince sizden razı ol-
sun, âmin. Yarın mahşerde, herkesten evvel Resul Ek-
rem ve Nebî-i Muhterem Efendimiz Hazretlerinin şefaati-
ne mazhar ol inşaallah, âmin. Bu gençlerin her gün, her
saat duasını alıyorsunuz. Ve her bir risaleyi okurken, en
aşağı sekiz on kadar arkadaş bulunuyor. Hâlbuki bu fit-
ne-i ahir zamanda, bu gençlerin bir araya gelip hak söz
dinlemeleri pek mühimdir ve medar-ı şükrandır.
Bu âciz talebeniz Arabî görmemiş ve medrese hiç gör-
memiş. Eskiden yazılmış Türkçe kitapları okurdum, mad-
dî ve manevî yaralarımı tedavi edecek ilâç bulamazdım.
Ruhum ve kalbim çok çırpınıyordu. Öyle bir dereceye ge-
lirdim ki, her saat kendimi intihar etmeye karar verirdim.
“Acaba hâlim nedir ve ne olacak? Mürşid-i kâmil nerede
bulabilirim?” diye çok merak eder ve yeis içerisinde kalır-
dım. Cenab-ı Hak, nasıl ki cehennem gibi bir zaman için-
de cennet gibi bir zamanı halk eder ve her zamana lâyık
çareleri icat eder ve her yaraya muvafık ilâcı ihsan eder;
öyle de, bu medresesiz zamanımızda bizim gibi yaralıla-
ra, Üstad-ı Muhterem vasıtasıyla, risaleleri Türkçe olarak
telif ettiriyor. Buna ne kadar şükredeyim,
lâyüad velâyuh-
sa,
Cenab-ı Hakka şükürler olsun ve Üstad-ı Muhteremi
de Kur’ân hizmetinde muvaffak edip iki cihanda aziz ey-
lesin, âmin.
Ben hiçbir Arabiyat görmeden, medresede beş on se-
ne okumadığım hâlde, yalnız risaleleri yazıp ciddiyetle
okudum. Kendimi yirmi sene medresede okumuş gibi
âciz:
zayıf, güçsüz, zavallı.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun, ka-
bul eyle!” anlamında duanın so-
nunda söylenir.
Arabî:
arapça dil.
Arabiyat:
Arap dili ve edebiyatı.
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
camidât:
cansızlar; ruhsuz, sert
ve katı maddeler.
Cenab-ı Hak:
Allah (c.c).
evvel:
her şeyden önce, ilk.
Feyyaz-ı Mutlak:
hiç bir kayıt ve
şarta bağlı olmadan çok çok be-
reket ve bolluk veren Allah (c.c.).
fitne-i ahirzaman:
ahirzaman fit-
nesi.
halk:
yaratma, yaratış.
Hallâk-ı azîm:
yüce yaratan, yü-
ce yaratıcı Allah.
icat:
vücuda getirme, yoktan var
etme.
ihsan:
bağışlama, ikram etme, lü-
tuf.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
intihar:
bir kimsenin çeşitli se-
beplerin etkisi ile kendini öldür-
mesi.
lâyık:
uygun, yakışır, müna-
sip.
lâyuad:
sayısız, pek çok.
lâyuhsa:
sayısız, hesaba gel-
mez, pek çok.
maddî:
madde ile alakalı, cis-
manî.
mahşer:
haşrolunacak, topla-
nılacak yer.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mazhar:
nail olma, şereflen-
me.
medar-ı şükran:
şükrü ge-
rektiren, şükre sebep.
medrese:
eski dönemde ders
okutulan düzenli öğretim ku-
ruluşu.
mevcudat:
mevcutlar, var
olan her şey, mahluklar.
mühim:
lüzumlu, gerekli.
mürşid-i kâmil:
en kâmil, en
olgun irşat edici.
muvaffak:
başarmış, başarılı.
muvafık:
uygun, münasip.
Nebi-i muhterem:
saygın
hürmete lâyık, peygamber.
razı:
rıza gösteren, hoşnut
olan.
risale:
belli bir konuda yazıl-
mış küçük kitap, broşür.
şefaat:
Hz. Peygamberin ve
diğer salih kulların, bazı gü-
nahkâr mü’minleri bağışla-
masını Allah’tan dilemeleri.
talebe:
öğrenci.
tedâvî:
hastalığı iyileştirme.
telif:
yazılmış, ortaya konul-
muş eser.
Üstad-ı Muhterem:
muhte-
rem, saygıdeğer üstad.
vasıta:
aracı.
yeis:
ümitsizlik.
zerre:
pek ufak parça.
| 236 | BARLA LÂHİKASI
1...,226,227,228,229,230,231,232,233,234,235 237,238,239,240,241,242,243,244,245,246,...720
Powered by FlippingBook