tahayyül ediyorum. Sebebi ise, bu âcizin, bu fakirin, bu
miskinin nezdine çok Arabiyat hocaları geliyor ve benim
okuduğuma hayret ediyorlar. Evvelden mürşid-i kâmil ter-
biyesi görmüş insanlar geliyorlar, benden işittikleri keli-
melere meftun oluyorlar. Çok hocalar, iki diz üzerine ge-
lip, “Risale okuyuver” diyorlar. Eğer sesim erişse idi olan-
ca kuvvetimle bağırarak, küre-i arzdaki gençlere diyecek-
tim: “Risaleleri ciddî okumak ve yazmak, yirmi sene med-
resede okumaktan faiktir ve daha menfaatlidir.”
Medresede okumaktaki maksat, evvelâ kendini kurta-
rıp, saniyen ümmet-i Muhammed’i (
ASM
) kurtarmaya ça-
lışmak değil mi? Risaletü’n-Nur ve mektubatü’n-Nur, yir-
mi senelik medrese ilmini veriyor itikadındayım. Ve her
bir risale, tek başıyla bir mürşid-i ekmeldir. Kalbi bozul-
mamış herhangi genç, bir risaleyi alıp dikkatle ve teslimi-
yetle okusa, daire-i inkıyada geliyor, ıslah oluyor. Her-
hangi bir maddiyyun, bir risaleyi alıp okursa, iman etmez-
se de, hiçbir bahane bulamıyor. Herhangi bir dinsiz, oku-
sa ve tamam manasıyla anlasa, imana geliyor. Herhangi
bir feylesof okusa, “Bundan daha yüksek akıl olamaz ve
akıllar toplansa, bunun fevkine çıkamaz, akıl buna yol bu-
lamaz” diyor. Risale-i Nur, lisan-ı hâl ile Avrupa meftunu
bulunan tek gözlü deccale, “Yâ iman et, yahut bütün dün-
yanın maskarası olacaksın” diyor.
Şimdi, aziz ders kardeşlerim, bu fakir, bir tane mür-
şid-i ekmel ve kutup ararken, Cenab-ı Hakkın ihsanıyla,
keremiyle, lütfuyla, rahmetiyle, Üstad-ı Muhteremin
sa’yi ile yüz on dokuz mürşid-i ekmel ve kâmil buldum.
BARLA LÂHİKASI | 237 |
meftun:
tutkun, müptela, aşırı
bağlanmış.
mektubatü’n-Nur:
Risale-i Nur
külliyatındaki mektuplar.
menfaat:
fayda.
miskin:
elinden iş gelmez, bece-
riksiz.
mürşid-i ekmel:
en mükemmel
doğru yola ulaştırıcı.
mürşid-i kâmil:
en kâmil, en ol-
gun irşat edici.
nezd:
yan, kat.
rahmet:
şefkat, merhamet, ba-
ğışlama ve esirgeyicilik.
risale:
konu, bölüm.
sa’y:
iş, çalışma, çabalama.
risatü’n-Nur:
Risale-i Nur külliya-
tındaki risaleler.
saniyen:
ikinci olarak.
tahayyül:
hayale getirme, haya-
linde canlandırma.
terbiye:
eğitim.
ümmet-i Muhammed:
müslü-
manlar.
üstad-ı muhterem:
saygın hür-
mete lâyık üstad.
âciz:
zayıf, güçsüz, zavallı.
Arabiyat:
Arap dili ve edebi-
yatı.
aziz:
sevgili.
bahane:
kusur, noksan.
ciddî:
mühim, önemli.
ciddiyet:
ciddîlik.
daire-i inkıyat:
itaat, boyun
eğme dairesi, Allah’a kulluk
dairesi.
deccal:
hakkı batıl, batılı hak
olarak gösteren kimse.
evvel:
önce.
evvelâ:
öncelikle.
faik:
üstün, seçkin, ileri, yük-
sek.
fevk:
üst.
feylesof:
sapık fikirli, felsefe
ile uğraşan.
ihsan:
bağışlama, ikram et-
me, lütuf.
islâh:
iyi bir hâle koyma, iyi
duruma getirme, iyileştirme,
düzeltme.
itikat:
inanç, iman.
kâmil:
âlim, bilgin, geniş kül-
türlü.
kerem:
cömertlik, lütuf, ih-
san, bağış.
küre-i arz:
yer küre, dünya.
kutup:
evliyalar içerisinde za-
manın en büyük mürşidi
olan.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin
duruşu ve görünüşü ile bir
mana ifade etmesi.
lütuf:
güzellik, hoşluk, iyilik,
ihsan.
maddiyyun:
maddeyi ezeli
ve ebedi kabul edenler.
maksat:
gaye.
maskara:
herkesi kendine
güldüren, soytarı.
medrese:
eğitim ve öğretim
kurumu.