iştiyak getiriyorlar, usanç vermiyorlar. Başka kitapları bir
iki defa okusan, insana usanç veriyor. Hâlbuki risaleler
öyle değil, okudukça başka başka iman hâlleri telkin edi-
yorlar.
Döneceğim bâlâdaki rüyanın tabirine; aklım yetiştiği
kadar tabir edeceğim. Allah hayretsin.
Biri büyük, biri küçük fabrikadan büyük fabrika ise, Üs-
tad-ı Muhteremdir. Fabrikanın içerisinde bulunan acip ve
garaip bedî aletler ise, bu zamana kadar hiç bir imamın
söylemediği kelimeleri ve iman telkinatlarını yapan Risa-
le-i Nur eczalarıdır. O küçük fabrika ise, Risale-i Nurları
kim okuyup yazarsa, o dahi küçük fabrikaya benzeyecek.
İçerisindeki bedî aletler ise, Risale-i Nur’un düsturları, ha-
kikatleri ve mesail-i imaniyedir; okuyan ve yazan insan-
lar, öyle kuvvetli, sarsılmaz imanları bulacaklardır. Fab-
rika hareketi ise, Risaleleri okuyup yazan adamların ke-
mal-i şevk ve heyecanla çalışmalarıdır. Görmüş olduğum
vilâyet ise, velâyet-i kübra yollarını gösteren Risale-i
Nur’dur.
Bu rüyayı takviye için, bir rüya daha söyleyeceğim: Me-
namda, İstanbul’a yaya olarak iki defa gittim. İstanbul’a
vardığımda, dükkânları hep açıktır. İçinde sahipleri yok-
tur. Dükkânların içinde, sandıklarda, büyük büyük mıhlar
gördüm ve başka demir parçaları da vardı. Bunun üzeri-
ne manevî rahmet yağarken, İstanbul’dan yaya olarak av-
det ettim…
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
avdet:
geri gelme, dönüş.
bâlâ:
yüksek, yukarı, yüce, üst.
bedî:
eşsiz güzel.
düstur:
kaide, esas, prensip.
ecza:
cüz’ler, parçalar, kısımlar.
garaib-i bedi:
güzelliğin şaşır-
tıcılığı; şaşırtıcı, hayrette bıra-
kıcı eşsiz güzellikte olan.
hakikat:
gerçek, doğru.
hayr:
iyi iş, iyi şey.
imam:
önder, rehber.
iştiyak:
aşırı isteme, çok fazla
arzu etme.
kemal-i şevk:
tam ve kusur-
suz bir istek.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
menam:
rüya, düş.
mesail-i imaniye:
imanî me-
seleler.
mıh:
çivi, mıh, kazık, enser.
rahmet:
yağmur, faydalı yağ-
mur.
tabir:
yorum, yorumlama.
takviye:
teyit ve tasdik etme.
telkin:
fikir aşılama, zihinde
yer ettirme.
telkinat:
telkinler, fikir aşıla-
malar.
üstad-ı muhterem:
muhte-
rem, saygıdeğer üstad.
velâyet-i kübra:
en büyük
velilik, Cenab-ı Hakk’ın insana
yakın olmasına bakan ve
peygamber varisi olmaktan
gelen gayet kısa ve yüksek
tarikat berzahına uğramadan
zahirden hakikate geçen veli-
lik mesleği.
vilayet:
il, şehir.
| 240 | BARLA LÂHİKASI