Barla Lâhikası - page 227

Evet, altı yedi seneden beri hoş ve şirin bu manzarayı
gören lâtif ve nazirsiz bir gül-i Muhammedîyi
(
ASM
)
koklayan ümmet-i Muhammed
(
ASM
)
Sure-i Kevser’den
(1)
p
ás
æp
ªr
dGn
h /
?p
ór
ªn
ëp
H
mükâfat-ı ruhiyesini ve dimağiyesini aldı.
Ve bu noktaya ruhum emin idi ki, çoktan beri ehl-i iman
ve tevhid, İslâmiyet gibi bâkî ve sermedî güneşin küsuf ve
ufulüne canavarcasına çalışmayı kendine vazife addeden
ehl-i dalâletin pis programlarını görüp nevm-i gafletten
uyanarak, Sure-i Kevser’i takip eden iki sureyi lisan-ı hâl
ve kal ile okuyarak zındıklara hitaben, “Bizler sizin nifak
denizinde serseriyâne ve zulümkârâne gezen dalâlet ve
sefahat gemilerinize binemeyiz. Ancak, Kur’ân-ı Mu’ci-
zülbeyan’ın nuranî ve tevhid sikkeli iman ve İslâm zırhlı-
larına bineriz. Menzillerimize vardığımızda muvaffakıyet
ve semere-i sa’yimiz tezahür ve tahakkuk eder” diye ba-
ğırarak ve
(2)
ï=
dG ...$G o
ô°r
ün
f n
ABÉ n
L Gn
Pp
G
ferman-ı mübinini tilâ-
vetle, Sure-i Kevser’in müjde ve beşareti bizleri kuvvet ve
metanete sevk, hem behçet ve meserrete yetiştirdi. Ma-
ruzatıyla nusret ve fütuhatın gelmesi kokusunu alarak,
fevç fevç daire-i Kur’âniyeye arz-ı dehalet ettiler. Bu hu-
susta tesbih ve tahmidin ehem vazifeleri olduğunu anla-
yarak tevbelerini reddetmeyen Cenab-ı Rabbü’l-İzzet Haz-
retlerine istiğfara şitab edip salâh ve felâh ve fevz-i necat
yollarını tuttular.
“Hemen Rabbim, hakikî verese-i enbiyayı teksir, dün-
yevî ve uhrevî âmâl ve makasıdına muvaffak buyursun,”
BARLA LÂHİKASI | 227 |
husus:
iş, keyfiyet.
istiğfar:
tevbe etme, Allah’tan
günahlarının bağışlanmasını iste-
me.
Kur’ân-ı mu’cizülbeyan:
mucize
olan Kur’ân.
küsuf:
güneş tutulması.
latîf:
güzel, hoş.
lisan-ı hâl ve kal:
hâl dili, bir şe-
yin duruşu ve hareketi ile bir ma-
na ifade etmesi.
maruzat:
arz edilenler, takdim
edilenler.
menzil:
durak, konak yeri.
meserret:
sevinç, şenlik.
metanet:
sebat, gayret.
mükâfat-ı ruhiye ve dimağiye:
ruha ve akla ait mükâfat; ruha
verilen hoşluk, mükâfat.
muvaffakıyet:
başarma, başarılı
olma.
nazir:
benzer, eş.
nevm-i gaflet:
gaflet uykusu.
nifak:
ikiyüzlülük, münafıklık.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak, mü-
nevver.
nusret:
yardım.
salâh:
dine olan bağlılık.
sefahet:
zevk, eğlence ve yasak
şeylere düşkünlük, sefihlik.
semere-i sa’y:
çalışmanın seme-
resi, gayretin meyvesi; çalışma
sonucu elde edilen kâr, fayda.
sermedî:
ebedî, daimî, sürekli.
serseriyane:
serserice, serseri gi-
bi.
sikke:
alâmet, nişan, turra.
şitab:
acele, sür’at, çabukluk.
tahakkuk:
gerçekleşme, meyda-
na gelme, olma.
tahmit:
hamd etme, şükretme.
tevbe:
Allah’tan af dileme.
tevhid:
Allah’ın bir olduğuna
inanma, birleme.
tezahür:
görünme, belirme, orta-
ya çıkma.
tilâvet:
okumak, takip etme, ar-
kasına düşme.
tuğyan:
zulüm, haksızlık ve kü-
fürde ileri gitme.
uful:
gurup, batış, gözden kaybo-
luş, görünmez olma.
ümmet-i Muhammed:
müslü-
manlar.
verese-i enbiya:
peygamber va-
risleri, Alimler.
zındık:
Allah’a ve ahirete inan-
mayan, Allah’ı inkâr eden, iman-
sız, münkir.
zulümkâr:
zulüm yapan, zalim,
zulümlü.
arz-ı dehalet:
dahil olma.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve
kalıcı olan.
behçet:
güzellik.
beşaret:
müjde, müjdelemek.
cenab-ı Rabbü’l-izzet:
izzet
sahibi terbiye edici Allah (c.c).
daire-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın
dairesi, dahili.
dalâlet:
iman ve İslamiyetten
ayrılmak, azmak.
devr-i bid’at:
bid’alar (dinin
aslından olmayıp sonradan
icat edilen âdetler) zamanı.
dimağ:
akıl, şuur.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yol-
dan çıkanlar, azgın ve sapkın
kimseler.
ehl-i iman tevhid:
inananlar,
iman sahipleri.
felâh:
mutluluk, kutluluk,
bahtiyarlık.
ferman-ı mübin:
doğruyu
yanlıştan ayıran emir buyruk
Kur’ân.
fevc:
bölük, takım, cemaat.
fevz-i necat:
kurtuluş, başarı.
fütuhat:
zaferler, fetihler, ga-
libiyetler.
gül-i Muhammedî:
kırmızı
renkli bir gül çeşidi.
hitaben:
hitap ederek, söyle-
yerek.
1.
Onun hamdi ve minnetle.
2.
Allah’ın yardımı geldiği zaman… (ilh.) (Nasr Suresi: 1.)
1...,217,218,219,220,221,222,223,224,225,226 228,229,230,231,232,233,234,235,236,237,...720
Powered by FlippingBook