kurutmak isteyenlerin fiillerindeki hata yüzlerine vurulu-
yor. Ve bu yolda, aklı başında ve insaflı olanı ikna ede-
cek delâil ve misaller beyan olunuyor.
4. Meslek-i velâyetin yekdiğerine zıt vasıfları ise, seyr-i
sülûkun iki meşrebi ile gayet sarih izah ve tavsif ediliyor.
5. Vahdetülvücut ve vahdetüşşuhut meşrebiyle, bunda-
ki mühim varta beyan olunuyor.
6. Velâyet yolları içinde en güzelinin sünnet-i seniyeye
ittiba olduğu, velâyet yollarının ve tarikat şubelerinin en
mühim esası ihlâs olduğu ve bu dünyanın dârülhikmet ve
dârülhizmet olup, dâr-ı ücret olmadığını fasih bir üslûp ile
takrir ediyor.
7. Şeriatın şümulü, tarikat ve hakikatin maksud-i biz-
zat hükmüne geçmemeleri iktiza ettiği, sünnet-i seniyeye
muhalefetleri misaliyle fehme takrip ediliyor.
8. Tarikatteki sekiz varta sayılmakla, nazar-ı dikkat celp
ediliyor.
9. Tarikatin pek çok faydasından dokuzu, icmalen ted-
ris buyuruluyor.
Heyhat! Bu maaliyatı lâyıkıyla fehmedemediğim ancak
kabiliyetim nispetinde feyiz aldığımı itiraf etmek mec-
buriyetindeyim. Bununla beraber, bu bîçareye bu
mübarek eserinizle çok şeyler öğrettiniz. Bazı zayıf
BARLA LÂHİKASI | 223 |
menba:
kaynak.
meslek-i velâyet:
velîlik mesleği.
meşrep:
gidiş, hareket tarzı, tavır,
tutum, meslek.
misal:
örnek, nümune.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
muhalefet:
zıtlık, aykırılık, ayrılık.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bakma,
dikkatli bakış.
nisbetinde:
oranında, ölçüsünde.
sarih:
açık, âşikar.
Şeriat:
Allah’ın emri, İlâhî kanun.
seyr ü sülûk:
bir terbiye yoluna
girip devam etme.
şümul:
içine alma, kaplama, iha-
ta etme.
sünnet-i seniye:
Hz. Muham-
med’in (
ASM
) yüce sünneti; yüksek
hâl, söz, tavır ve tasvipleri.
tahrip:
harap etme, yıkma, boz-
ma.
takrip:
yaklaştırma, yanaştırma.
takrir:
anlatma, anlatış; sözle ifa-
de.
tarikat:
Allah’a ulaşmak için şey-
hin gözetiminde müridin takip
edeceği terbiye usul ve yolu.
tarikat:
yol, meslek, tarik.
tavsif:
vasıflandırma, mahiyetini
ortaya koyma, niteleme.
tedrîs:
okutma, öğretme, ders
verme.
üslûp:
tarz, yol, biçim, usul, stil.
Vahdetü’l-vücut:
vücudun birliği,
varlığın bir ve tek olduğu düşün-
cesi, varlıkları bir bilme düşünce-
si: varlığın tek olduğunu, her şe-
yin bir olan Allah’ın değişik görü-
nüşleri olduğuna inanma temeli-
ne dayanan tasavvufî görüş.
vahdetü’ş-şuhud:
her şeyde Al-
lah’ı görme, müşahede etme.
varta:
tehlike, büyük tehlike.
vasf:
özellik.
velâyet:
velîlik, ermişlik, Allah
dostluğu.
beyan:
anlatma, açık söyle-
me, bildirme, izah.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
celp:
çekme, çekiş, kendine
çekmek.
dâr-ı ücret:
ücret yeri.
dârü’l-hikmet:
hikmet yeri,
işlerin bir sebep ve hikmete
bağlı olarak görüldüğü yer.
dârülhizmet:
hizmet yeri.
delâil:
deliller, bürhanlar, is-
pat vasıtaları.
fasîh:
âşikâr, sarih, açık.
fehm:
anlama, anlayış, kavra-
yış.
fevâid:
faydalar, menfaatler.
feyiz:
ilim, irfan.
fiil:
iş, hareket.
gayet:
son derece.
hakikat:
gerçek, hayalî olma-
yan, görülen, mevcut olan, bir
şeyin aslı ve esası.
hükmüne:
yerine, değerine.
icmalen:
kısaltarak, kısaca,
özetle.
ihlâs:
bir işi, bir ameli, başka
bir karşılık beklemeksizin, sırf
Allah rızası için yapma.
iktiza:
gerektirme, lüzumlu
kılma.
itiraf:
kusurunu söyleme.
ittiba:
tabi olma, uyma, itaat
etme.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile
anlatma.
kabiliyet:
istidat, yetenek.
lâyık:
uygun, yakışır, müna-
sip.
maaliyat:
yüksek ve derin fi-
kirler, insan aklının zor yetiş-
tiği fikirler.
maksat-ı bizzat:
kendi şahsı-
nın gayesi, temel maksadı.
mecburiyet:
mecbur olma,
zarurîlik durumu, zorunluluk.