Ömer Efendi’ye de, inşaallah ilk fırsatta okumaya çalışa-
cağım.
Her mektubunuz, bana yeniden hayat verecek kadar
müessir oluyor. Bu mübarek mektup Dördüncü Remzin
yazılışını ve bu fakire de ihsan edileceğini mübeşşir oluşu
itibarıyla, bilhassa memnuniyet ve sürurumu mucip ol-
muştur.
Hayli zaman evvel, Kur’ân’daki tevafuk sırrını açmaya
başlamıştınız. Bu güne kadar lihikmetin mahfî kalmış olan
i’caz-ı Kur’ân’dan böyle çok mühim bir faslının keşfine
ve neşrine muvaffak oluşunuza, ne kadar hamd ve şükür
edilse yeridir. İzn-i Bâri ile açtığınız bu yolda ilerledikçe,
daha ne kadar harikalar meşhudunuz olacak ve bunlar-
dan muhtaç kardeşlerinize ne âlî müjdeler vereceğiniz;
geceden sonra gündüz, kıştan sonra bahar, dünyadan
sonra ahiretin vücutları gibi kat’î hissedilmektedir. Ne bü-
yük bahtiyarlıktır ki, bu saadetlere mazharız. Ne kadar
bedbahtlıktır ki, bu nurlara göz yumarlar. Ne derece ha-
tadır ki, bu hakaike, lâyık-ı veçhile alâkadar olunmaz. Ne
caniyâne ve ahmakane bir ruhtur ki, üflemekle bu güne-
şi söndürmek düşünürler.
İşte bu ışıklı yolunuzda Sahib-i Kevser’in delâletiyle
Kevser’i buldunuz. Şefîi’l-Mahşer’in izniyle Kevser Irmağı-
nın menbaında durarak
(1)
Gk
Qƒo
¡n
W Ék
HGn
ôn
°T r
ºo
¡t
`Hn
Q r
ºo
¡«'
?°n
Sn
h
ayet-i
celîlesini okuyor ve “Ey nâs! Kim ki ebedî hayat ister, işte
âb-ı hayat; kim ki yolunu şaşırmış, işte vesile-i necat;
BARLA LÂHİKASI | 215 |
reddüde mahal bırakmayan.
keşif:
gizli bir şeyi bulma, gizli bir
şeyi bulup meydana çıkarma.
Kevser:
Cennette bulunan bir
akarsu.
lâyık:
uygun, yakışır, münasip.
lihikmetin:
bir hikmetten dolayı,
bir hikmete dayanarak, hikmet
icabı.
mahfî:
Gizli, saklı.
mazhar:
nail olma, şereflenme.
memnuniyet:
memnunluk, se-
vinçli oluş.
menba:
kaynak.
meşhut:
gözle görülen, müşahe-
de olunan.
mübarek:
hayırlı, mutlu, kutlu,
uğurlu.
mübeşşir:
müjdeleyen, müjdeci,
iyi haber vererek sevindiren.
mucip:
icap eden, gerektiren.
müessir:
tesirli.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
muhtâc:
ihtiyacı olan.
muvaffak:
başarmış, başarılı.
nâs:
insanlar.
neşr:
herkese duyurma, tamim.
saadet:
Hayra, ebedî kurtuluşa
ermek için Allah’ın insana yardım
etmesi.
Sahib-i Kevser:
Kevser suyu sahi-
bi.
Şefiü’l-Mahşer:
mahşer gününün
şefaatçisi, kıyamet gününde şefa-
atte bulunacak olan Hz. Muham-
med (
ASM
).
şükür:
nimet ve iyiliğin sahibini
tanıma ve ona karşı minnet duy-
ma.
sürur:
sevinç, mutluluk.
tevafuk:
uyma, uygunluk, birbiri-
ne denk gelme.
vech:
tarz, üslûp.
vesile-i necat:
kurtuluş sebebi,
kurtuluş vasıtası.
âb-ı hayat:
hayat suyu.
ahiret:
öbür dünya, ikinci ha-
yat.
ahmakane:
ahmakçasına,
akılsızca.
alâkadar:
ilgili, ilişki.
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
ayet-i celile:
azim ve yüce
manalar ifade eden ayet.
bahtiyar:
bahtlı, talihli,
mes’ut , mutlu.
bedbaht:
bahtsız, talihsiz, za-
vallı.
bilhassa:
özellikle.
caniyâne:
cani gibi, canice,
canicesine.
delâlet:
yol göstermek, kıla-
vuzluk.
ebedî:
sonu olmayan, daimî,
sürekli.
fasıl:
kısım, bölüm.
hakaik:
hakikatler, doğrular,
gerçekler.
hamd:
teşekkür, şükran.
i’caz-ı Kur’ân:
Kur’ân’ın muci-
ze, olağanüstü oluşu.
i’caz-ı Kur’an:
Kur’an’ın muci-
zeliği, yüksek ve erişilmez ifa-
desi.
ihsan:
verilen, bağışlanan
şey.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’
manasında kullanılan bir dua.
izn-i Bâri:
Allah’ın izni, ruhsa-
tı.
kat’î:
kesin, şüpheye ve te-
1.
Rableri onlara tertemiz bir şarap içirir. (İnsan Suresi, 21.)