Kardeşlerimizden İslâmköylü Hafız Ali Efendi kendine
rakip olacak diğer bir kardeşimiz hakkında gösterdiği
hiss-i uhuvveti çok kıymettar gördüğüm için, size beyan
ediyorum:
O zat yanıma geldi; ötekinin hattı, kendisinin hattın-
dan iyi olduğunu söyledim. “O daha çok hizmet eder” de-
dim. Baktım ki, Hafız Ali kemal-i samimiyet ve ihlâs ile,
onun tefevvuku ile iftihar etti, telezzüz eyledi. Hem, Üs-
tadının nazar-ı muhabbetini celp ettiği için, memnun ol-
du. Onun kalbine dikkat ettim, gösteriş değil, samimî ol-
duğunu hissettim. Cenab-ı Allah’a şükrettim ki, kardeşle-
rim içinde bu âlî hissi taşıyanlar var. İnşaallah, bu his bü-
yük hizmet görecek. Elhamdülillâh, yavaş yavaş o his bu
civarımızdaki kardaşlara sirayet ediyor.
K
ÜÇÜK
B
İR
L
ÂTİFE
: Sohbet içinde sizden küçük bir ba-
his geçti, şükre dair meseleyi sordum: “Hüsrev’in yazdığı-
nı Re’fet Bey gördü mü?” Bekir Ağa dedi: “Evet, gördü”
ve dedi: “Çok güzel, fakat acaba sen kalem karıştırmadın
mı?” Hüsrev dedi: “Yok, kendi nüshamda, tam bütün
gelmedi. Fakat kendilerine yazdığım tam geldi.” Biraz
münakaşa oldu... Bu münasebetle kardeşim Re’fet Bey’e
derim ki: Aslında tevafuk noksan olsaydı, zaten ben tavsi-
ye etmiştim ki, kalem karıştırmasınlar. Asıl vaziyet bozul-
masın. Bekir Ağa da gördü ki, asıl müsveddede çıkıntı
olduğu hâlde tevafuk Hüsrev’in tarzında var. Onun için
Hüsrev’in bir mahareti varsa tevafuku bozmamış. Hatta
Mu’cizat-ı Ahmediyedeki salâvat tevafukunda tavsiye et-
miştim ki, kimse maharetini karıştırmasın. Fakat asıl
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
bahis:
konu.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
celp:
çekme, çekiş, kendine çek-
mek.
Cenab-ı Hak:
Allah (c.c).
civar:
çevre, yöre, etraf.
dair:
alakalı, ilgili.
elhamdülillâh:
Allah’a hamd ol-
sun, hamd Allah’a aittir.
hatt:
yazı, el yazısı.
hiss-i uhuvvet:
kardeşlik
duygusu.
iftihar:
gurur, övünme.
ihlâs:
samimiyet, dürüstlük,
doğruluk.
İnşaallah:
‘Allah izin verirse’
manasında kullanılan bir dua.
kemal-i samimiyet:
samimi-
yetin tam oluşu, tam ve ku-
sursuz samimîlik.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
lâtife:
sözle ifade edilmeyen
ince mana, içe doğan manevî
işaret.
meharet:
ustalık, beceriklilik,
hüner.
memnun:
hoşnut, razı.
mesele:
konu.
münakaşa:
tartışma.
münasebet:
vesile, -dan do-
layı.
müsvedde:
temize çekilecek
yazı.
nazar-ı muhabbet:
muhab-
betli, sevgili bakış.
nüsha:
yazılı, yazılmış şey.
samimî:
içten, candan, gönül-
den.
tavsiye:
bir işin yapılıp yapıl-
maması hakkında kanaat be-
lirtme.
tefevvuk:
üstün olma, üstün-
lük.
telezzüz:
lezzet, tad alma,
hoşlanma, hoşa gitme.
tevafuk:
uyma, uygunluk,
birbirine denk gelme.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
vaziyet:
durum.
zat:
kişi, şahıs, fert.
| 210 | BARLA LÂHİKASI