Œ
123
œ
[Hulûsî Bey’in fıkrasıdır.]
Bu defa, Kenzü’l-Arş duasının feyzinden gelen İkinci
ve Üçüncü Nüktelerle, zeylini havi mübarek mektubunu-
zu almakla cidden bahtiyarım. Bu âciz kardeşiniz, gelen
mektubunuzun, gerek muhterem Üstadıma ve gerekse o
havalideki kıymetli arkadaşlarıma olan tesiri bana ait ol-
madığına ve belki benim bir vasıta olduğuma delildir. Çok
tecrübe ettim, zat-ı fazılânelerine mektup yazmak için, ba-
zen üç kelimeyi bir araya getiremiyorum. Ekseriyetle gay-
bî bir zatın ifadatını zaptına kàdir olduğum kadar yazdığı-
mı hissediyorum. Demek yazdırılıyor. Maamafih, vaki tak-
dirleri, bir dua olarak telâkki ile teşekkür etmekteyim.
Kur’ân hizmetini, dünyevî ve maddî menfaate sarahaten
tercih eden Hüsrev namındaki kardeşimi tebrik ediyorum.
Cenab-ı Hak, böyle Hüsrev’lerin adedini çoğaltsın ve da-
im arttırsın. Âmin.
Bu kudsî hizmete candan iştirak eden zevatı bilmek
bana en büyük müjde oluyor. Müftü Kemal Efendi, evvel
mektubu mütalâa etmişti. İki gün evvel ziyaretine gittim.
“Hiç kimsenin bu güne kadar muktedir olmadığı dekaik
ve hakaikı, Kur’ân’dan bulup çıkarmışlar,” diyerek tak-
dirlerini beyan, selâm ve dualarını tebliğ etmekliğimi
söylediler. Bu dakikaya kadar mübarek mektubu Fethi
Bey, Hacı Baha Efendi, pederim ve eniştem ve Hacı
Abdurrahman Efendi dinlemeye muvaffak oldular. Hafız
âciz:
eli yetmez, gücü yetmez,
güçsüz.
bahtiyar:
bahtlı, talihli, mutlu.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
Cenab-ı Hak:
Allah (c.c).
cidden:
ciddî olarak, gerçek ola-
rak.
daim:
devam eden, devamlı, sü-
rekli.
dekaik:
incelik ve derinlik.
dünyevî:
dünyaya ait.
ekseriyetle:
daha ziyadesiyle,
çoklukla, çoğunlukla.
evvel:
önce gelen, önceki.
feyz:
bolluk, bereket; ilim, irfan,
manevî gıda.
gaybî:
görünmeyen.
hakaik:
hakikatler, doğrular, ger-
çekler.
havali:
etraf, çevre, civar, yöre,
dolay.
hâvî:
içine alan, kapsayan, kuşa-
tan.
ifadat:
ifadeler.
iştirak:
katılma.
kadir:
bir işi yapmaya gücü
yeten, kuvvet sahibi olan.
kudsî:
mukaddes, yüce.
maddî:
madde ile alakalı, cis-
manî.
mamafih:
bununla beraber,
böyle iken.
menfaat:
fayda.
mübarek:
hayırlı, mutlu, kut-
lu, uğurlu.
muhterem:
saygı değer, hür-
mete lâyık, aziz, saygın.
muktedir:
iktidarlı, gücü ye-
ten.
mütalâa:
okuma, dikkatli
okuma.
muvaffak:
başaran, başar-
mış, başarılı.
nam:
ad, isim.
peder:
baba.
sarahaten:
açıkça, açıktan
açığa.
takdir:
beğenme, beğendiğini
belirtme.
tebliğ:
yetiştirme, ulaştırma,
götürme, bitiştirme, eriştir-
me.
telâkki:
anlama, anlayış, gö-
rüş.
tercih:
ayırma, seçme.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
vâki:
vuku bulan, olan, mey-
dana gelen.
vasıta:
aracılık.
zapt:
anlama, kavrama.
zat:
kişi, şahıs, fert.
zat-ı fazılane:
üstün özellik
sahibi şahıs.
zevat:
zatlar, şahıslar, kimse-
ler.
zeyl:
ek, ilâve.
| 214 | BARLA LÂHİKASI