olmazsa şu günlerde, elimde o mütalâası gönüllere ve
kalblere bir safa-i sermedî ve cavidanî bahşeden kitab-ı
kâinatın birer lem’ası ve birer nur-i timsali olan eserleri-
nizden bir-iki tanesi elimde bulunsa idi, benim için nâka-
bil-i tarif bir sürur ve saadet menbaı olacaktı. Ve ne bu-
lunmaz bir nimet, ne ele geçmez bir define olacaktı.
Çok zaman Sabri Efendi Ağabeyim, yeni çıkan kudsî
ve esrarlı nurlardan bir cüz’ü bari olsun göndermek fik-
rinde olduklarını bildiriyorlardı. Galiba müsait vakit bula-
madıklarından, yazıp gönderemediler. Hem bazı eserleri
beraberimde getirmediğimden çok pişman oluyorum.
Onlardan, başkalarını istifade ettirmek fırsatını bulamaz-
sam, mütalâa eder, manen mücadeleye bir medar-ı kuv-
vet olurdu.
Netice itibarıyla madem ki, şimdilik o hazinelerden is-
tifade edemiyorum; o hâlde, kendimi zararlı görmekte
haklıyım. İnşaallah, duanız himmetiyle, yakın bir zaman
zarfında o zararları telâfiye kâfi bir zaman ve bir fırsat ele
geçer.
Bir ömr-i mukadderden ma’dud olan şu günlerim, şü-
kür ve hamd ile geçmektedir. Bana öyle bir kanaat geldi
ki, kalbimi yokladıkça, kalbim bu kanaati takviye ediyor;
nefsimle mücadelede muzaffer olacağımı ümit ediyorum.
Aziz Üstadım!
Şu hicrana ve firaka, muvakkat oldu-
ğu için tahammül ediyorum. Ayrılığımız her ne kadar
muvakkat olsa, yine beni müteessir ediyor. Bizzarure
BARLA LÂHİKASI | 221 |
hüzünlü, kederli, mahzun.
muvakkat:
geçici.
muzaffer:
yenmiş, galip gelmiş.
nâkabil-i tarif:
tarifi imkânsız,
anlatılması mümkün olmayan,
anlatılamaz.
nimet:
iyilik, lütuf, ihsan, bağış.
nur-i timsal:
nur örneği, nur nu-
munesi.
ömr-ü mukadder:
takdir edilmiş,
biçilmiş, belirlenmiş olan hayat.
saadet:
mutluluk.
safa-yı sermedî:
daimî, sürekli
olan safa.
şükür:
Allah’a karşı kulluk görev-
lerini yerine getirme.
sürur:
sevinç, mutluluk.
tahammül:
zora dayanma, sab-
retme, sabır gösterme.
takviye:
teyit ve tasdik etme.
telâfi:
tamamlama, yerini doldur-
ma, zararı karşılama.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
zarfında:
içerisinde.
bahş:
bağış, ihsan, verme.
bizzarure:
zarurî olarak, ister
istemez, mecburen.
cavidanî:
sonsuza ait, ebedî,
bengi, sonu olmayan.
cüz:
kısım, parça.
define:
kıymet ve değeri
yüksek olan şey, hazine.
esrar:
sırlar, gizli hakikatler.
firak:
ayrılık, ayrılma, hicran.
galiba:
tahminen, ihtimalle.
hâl:
durum, vaziyet.
hamd:
Allah’a karşı şükran ve
memnuniyetini onu överek
bildirme.
hazine:
zengin ve değerli
kaynak.
hicran:
ayrılıktan gelen acı,
ayrılık acısı.
himmet:
yardım, ihsan, lütuf.
İnşaallah:
‘Allah izin verirse’
manasında kullanılan bir dua.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.
kâfî:
yeter, yetecek; elveren,
yetişen.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kitab-ı kâinat:
kâinat kitabı.
kudsî:
mukaddes, yüce.
lem’a:
parıltı.
ma’dûd:
sayılı, sayısı belli.
madem:
...den dolayı, böyle
ise.
manen:
mana bakımından,
manaca.
medar-ı kuvvet:
kuvvet se-
bebi.
menba:
kaynak.
mücadele:
savaşma, çatışma,
kavga.
müsait:
elverişli, uygun, mu-
vafık.
mütalâa:
okuma, dikkatli
okuma.
müteessir:
teessüre kapılan,