başıboş, gelişigüzel serpilmiş şeyler değiliz; belki muva-
zene-i tam ve tevafuk-i hakikîye ve bir kıyas-ı kat’iye ile,
inkişaf ve temevvüç eden kitab-ı semaviye-i Kur’âniyenin
misalsiz birer yıldızlarıyız” diyerek, balâsı zîrine, sağı so-
luna eyadi-i manevîsiyle musafaha ve mukabele ederce-
sine tevafukatı müşahede edilen Kitab-ı Mübin’in lemaat
ve tereşşuhatının tevafukatı, Onuncu Sözde dahi müşa-
hede edildi. Bu sözün manidar ve hikmettar tevafuk ve
intizamları sanki kemal-i hararetle yekdiğerine müştak
ve mütehassir birkaç samimî ve ciddî kardeş ve arkadaş-
ların vuslatları gibi, Kur’ân-ı Azîmüşşan’ın her bir âyât ve
kelâmı, taht-ı tasarrufuna aldığı kelime ve kelâmları yine
semavatın hadsiz elektrikleri olan yıldızlar gibi parlata-
rak, şu letafetleri ile insaniyet tarifine tam dâhil olan zî-
şuuru mest ve hayran bırakıyor.
Şurası da şayan-ı hayrettir ki, şu mübarek Onuncu Söz,
mevzuu olan haşir mesele-i mühimmesi kâinatın hitam-ı
ömrüne muallâk ve mukadder olduğu gibi, Risaletü’n-Nur
arasında dahi, bu Sözün en son tevafukatını göstermesi
de ayrıca bir tevafuktur diyorum. Cennet nehirleri demek
olan Kur’ânî nehirleri, enva-ı türlü avazıyla coşkun coş-
kun aksın. Aksın ki, zaman-ı cahiliyet ve devr-i fetrette
son derece ihtiyaçlı olan akvam üzerlerine tulû eden şü-
mus-i Kur’âniyenin sür’atle inkişaf ve tevessü ve nev-i be-
şerin humsunu ihya, ebedî ve daimî bir nurla tenvir ve
izaa eylediği gibi, şu asr-ı dalâlet ve hüsran ve devr-i bid’at
ve tuğyanda, ehl-i iman ve tevhidin yaralı ruhlarına mer-
hem olsun.
akvam:
milletler, kavimler, ulus-
lar.
asr-ı dalâlet:
hüsran sapıklık asrı,
sapkınlık asrı, ümitsizlik asrı.
avaz:
yüksek seda, ses.
ayat:
Kur’ân ayetleri.
bâlâ:
boy.
ciddî:
gerçek olarak, hakikaten.
dahil:
girme, içinde olma.
daimî:
sürekli, devamlı.
dest-i manevî:
manevî el, mane-
vî yardım eli.
devr-i bid’at e tuğyan:
dinsizliğin
yaygın olduğu devir.
devr-i fetret:
peygamberimizden
önceki dönem.
ebedî:
sonu olmayan, daimî, sü-
rekli.
enva:
çeşitler, türler, neviler.
enva-ı türlü:
çeşitli cins.
eyâdî-i maneviye:
manevî eller.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hikmet:
İlahî gaye, gizli sebep.
hitam-ı ömür:
hayatının sonu.
hums:
beşte bir.
ihya:
diriltme, hayat verme.
inkişaf:
ortaya çıkma, keşfolun-
ma.
insaniyet:
insanlık, insanlık mahi-
yeti.
intizam:
düzenlilik, düzgünlük.
izâa:
yüksek sesle bildirme, ilân
etme.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlemler.
kelâm:
İlahî söz.
kemal-i hararet:
mükemmel bir
heyecan ve çoşkunlukla.
Kitab-ı Mübin:
Kur’ân-ı Kerîm.
kitab-ı semaviye:
Kur’aniye ilâhî,
semavi olan Kur’ân.
kıyas-ı kat’i:
kesin şüpheye bı-
rakmayacak şekilde, oranlama,
değerlendirme.
latîf:
güzel, hoş.
lemeat:
lem’alar, parıltılar, parla-
yışlar.
letafet:
latiflik, hoşluk, incelik.
manidar:
anlamlı, manalı, mana
taşıyan.
mesele-i mühimme:
mühim,
önemli mesele.
mest:
keyifle kendinden geçmiş,
sarhoş, esrik.
mevzu:
konu.
misal:
eş, benzer.
muallâk:
bağlı.
mübarek:
feyizli, bereketli.
mukabele:
karşılık verme.
mukadder:
takdir edilmiş.
musâfaha:
selam vermek ve sev-
gisini göstermek üzere birbirine
el uzatma.
müşahede:
İlahî sırları ve te-
cellleri seyretme.
müştak:
arzulu, fazla istekli,
iştiyak gösteren
mütehassir:
hasret çeken.
muvazene-i tam:
tam bir uy-
gunluk, denge.
nev-i beşer:
insanlık.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak,
münevver.
samimî:
içten, candan, gönül-
den.
şayan-ı hayret:
hayret edile-
cek, şaşılacak, şaşırmaya de-
ğer şey, hayret verici şey.
semavat:
semalar, gökler.
şümus-i Kur’âni:
Kur’ân gü-
neşi.
taht-ı tasarruf:
idare altında.
tarif:
bir kavramı kelimelerle
ifade etme.
temevvüc:
dalgalanma, dalga
dalga olma, çalkalanma.
tenvir:
nurlandırma, aydınlat-
ma, ışıklandırma.
tereşşuhat:
damlamalar, sı-
zıntılar.
tevafuk:
uyma, uygunluk,
birbirine denk gelme.
tevafukat:
uygunluk.
tevafukat-ı hakikiye:
ger-
çek, esas uygunluk.
tevessü:
genişleme, yayılma.
tulû:
doğma, doğuş.
vuslat:
bir şeye ulaşma, ka-
vuşma, birleşme, erişme.
zaman-ı cahiliyet:
cahiliyet
zamanı, cahiliye dönemi, İs-
lâmdan önceki cahiliyet dev-
ri.
zirin:
alttaki, aşağıdaki.
zîşuur:
şuurlu, şuur sahibi.
ziyadar:
ziyalı, ışıklı, parlak,
aydınlık.
| 226 | BARLA LÂHİKASI