aynı fiyatta bir hediye-i azîmeyi Nuh Bey’in namına
Van’daki ihvanıma gönderiyordum. İşte bu iki tevafuk,
bana işarettir ki: Nuh ile Hamîd, talebelik ve kardeşlik için
mintarafillâh intihap edilmişler. Çünkü, tevafuk bizim için
bir emare-i tevfik-ı İlâhî olduğuna kanaatim gelmiş. Risa-
lelerde tevafukatın bazı numunelerini göreceksiniz.
Fakat çok rica ederim ki gücenmeyiniz, hediyeyi kabul
edemedim. Adem-i kabulün esbabı çoktur. En mühim bir
sebep: benim, kardeşlerim ve talebelerimle olan müna-
sebetin samimiyetini ve ihlâsı zedelememektir. Hem ikti-
sat, bereket ve kanaat sayesinde, şiddetli ihtiyacım olma-
dığı hâlde, dünya malına el uzatmak elimde değil, ihtiyâ-
rım haricindedir. Hem bir misalle ince bir sebebi anlata-
cağım:
Mühim bir tüccar dostum, otuz kuruşluk bir çay getir-
di; kabul etmedim. “İstanbul’dan senin için getirdim beni
kırma” dedi. Kabul ettim, fakat iki kat fiyatını verdim.
Dedi: “Ne için böyle yapıyorsun? Hikmeti nedir?”
Dedim: “Benden aldığın dersi, elmas derecesinden şişe
derecesine indirmemektir. Senin menfaatin için, men-
faatimi terk ediyorum. Çünkü, dünyaya tenezzül etmez,
tama ve zillete düşmez, hakikat mukabilinde dünya ma-
lını almaz, tasannua mecbur olmaz bir üstaddan alınan
ders-i hakikat, elmas kıymetinde ise; sadaka almaya mec-
bur olmuş, ehl-i servete tasannua muztar kalmış, tama
zilletiyle izzet-i ilmini feda etmiş, sadaka verenlere
adem-i kabul:
kabul etmeme.
bereket:
mübareklik, bolluk, saa-
det.
ders-i hakikat:
hakikat dersi.
ehl-i servet:
zengin.
elmas:
çok kıymetli bir mücev-
her.
emare-i tevfik-i ilâhi:
Cenab-ı
Hakkın insanı doğru yola iletme-
sinin işareti.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
feda:
gözden çıkarma uğruna
verme.
hakikat:
gerçek, doğru.
hariç:
dışında.
hediye-i azîme:
önemli büyük
hediye.
hikmet:
gizli sebep, gaye.
ihlâs:
samimiyet, dürüstlük,
doğruluk.
ihtiyâr:
irade, tercih.
ihvan:
kardeşler.
intihap:
seçme, seçilme.
izzet-i ilmiye:
ilmin izzeti, il-
min gerektirdiği ağırbaşlılık.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kıymet:
değer.
menfaat:
fayda.
mintarafillah:
Allah tarafın-
dan; Cenab-ı Hakkın emriyle.
misal:
örnek, nümune.
mühim:
önemli, ehemmiyet-
li.
mukabil:
karşı, karşılık, muâ-
dil.
münasebet:
ilgi, alâka, yakın-
lık.
muztar:
çaresiz kalmış, yap-
mak zorunda kalmış.
nümune:
örnek.
sadaka:
Allah rızası için ihti-
yaç sahibi fakirlere yapılan
yardım.
samimîyet:
samimîlik, içten-
lik.
talebe:
talep eden, öğrenci.
tama:
hırs, aç gözlülük.
tasannu:
dalkavukluk.
tenezzül:
seviyesine uygun
olmayanı kabul etme.
tevafuk:
uyma, uygunluk,
birbirine denk gelme.
tevafukat:
uygunluk.
tüccar:
ticaret yapan, ticaret-
le uğraşan kimse, tacir.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
zillet:
hor ve hakir görülme,
alçalma.
| 206 | BARLA LÂHİKASI