Bununla beraber, Yâ Hazret, riya değil, tasannu değil,
içimden doğuyor gönül şöyle istiyor ve arzu ediyor: Bu
fakir, siz Üstadımdan evvel kabre girsin ve siz, dâr-ı be-
kanın ilk kapısına gelinceye kadar dâr-ı dünyada bulunu-
nuz ki, bu fakir ve muhtaç olan talebenize arkasından
göndereceğiniz dua ve hediyenizle mütena’im, şad ve
mesrur olsun. Ve sizin teşrifinizde –ki Erhamürrâhimîn
olan Rabbülâlemîn’den dua ve niyazım budur– ruhum si-
zi istikbal etmek şerefiyle müşerref olabilmek gibi, gönül
arzu ve hayatı hâsıl oluyor.
(HAŞİYE)
Ve çok düşündürüyor.
Ve arzu ve niyazımdan daha büyüğü ve şedidi şudur ki:
Üstadımın dâr-ı dünyada daha pek çok zamanlar kalma-
sı, dolayısıyla vazife-i kudsiyenizin devamı ve hakikat ve
hidayet nurları olan Risale-i Nur ve mektubatü’n-Nurların
teksiri ve intişarıyla, hâb-ı gaflette olanların, dalâlette ka-
lanların, ehl-i bid’a ve mülhitlerin tarik-ı hak ve hidayete
girmeleri için siz Üstadımın çok zaman daha yaşamaklığ-
ımızı ve başımızdan eksik olmamanızı ve sizin gaybubeti-
nizle, bizlerin yetim ve öksüz kalmamaklığımızı gönül ar-
zu ediyor.
HAŞİYE:
Hakikaten merhumun münacatı karin-i icabet olmuş ki, aynı yıl
içinde üstadına bedel mahkemede üstadına zarar gelmemek için "Ya
Rabbi, canımı al!”
(1)
*G s
’p
G n
¬'
dp
G n
’
diyerek mahkemede vefat ederek ir-
tihal-i dâr-ı beka etmiştir. Rahmetullahi aleyh.
dalâlet:
iman ve İslamiyetten ay-
rılmak, azmak.
dâr-ı beka:
bâkî ve sonsuz dün-
ya; ahiret.
dâr-ı dünya:
dünya kapısı, dün-
ya.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ehl-i bid’a:
Ehl-i Sünnet Velcema-
at’ın dışında kalan bütün gruplar.
Erhamü’r-Râhimîn:
merhamet
edenlerin en merhametlisi olan
Allah.
gaybubet:
kaybolma, yokluk, göz
önünde olmayış, hazırda olmayıp,
başka yerde olma.
hâb-ı gaflet:
gaflet uykusu.
hakikat:
gerçek, doğru.
hidayet:
doğru olan, hak olan:.
intişar:
yayılma, dağılma, neşro-
lunma.
istikbal:
karşılama, gelmekte
olan bir kişiyi ikramla karşıla-
ma.
mesrur:
sevinçli, memnun,
şen, sürurlu.
mülhit:
İslam dininden ayrı-
lan, Allah’ı inkar eden, dinsiz,
imansız.
müşerref:
şerefli, yüce.
mütena’im:
nimetler içinde,
nazlı olarak büyüyen, bolluk
içinde büyüyen.
niyaz:
rica, dua.
Rabbülâlemin:
âlemlerin
Rabbi Allah (c.c).
riya:
iki yüzlülük, yalandan
gösteriş, samimiyetsizlik.
şâd:
sevinçli, neşeli, memnun,
mutlu, bahtiyar.
şedit:
şiddetli.
şeref:
övünülecek, iftihar edi-
lecek şey.
talebe:
öğrenci.
tarik-ı hak:
hak ve hakikat
yolu.
tasannu:
yapmacık.
teksir:
çoğaltma.
teşrif:
şereflendirme, şeref
verme.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
vazife-i kudsiye:
mukaddes
vazife, kutsal vazife.
yetim:
tek, yalnız, kimsesiz.
1.
Allah’tan başka ilâh yoktur.
| 196 | BARLA LÂHİKASI