Barla Lâhikası - page 188

Œ
112
œ
[Sabri’nin fıkrasıdır.]
Üstad-ı Ekremim Efendim Hazretleri!
Ekalli, kırk seneden beri hakikat âleminde nurlar saçan
nuranî, kudsî, feyizli sözlerin kâffesi, bütün safahatında ta-
rikat ve seyr-i sülûke ait pencereleri küşat ile, müştaklara
temaşa ve berk-i hatif misal
(1)
o
¿Gn
ƒr
Np
’r
r
G Én
¡t
`jn
G Gr
ƒn
dÉn
©n
J
nida-i
beliği ile davet etmekte iken, dürbini bir nazara malik
olanlar, pek aşikâre görüp ve dinleyip iltica etmekte ise-
ler de, bu abd-i pürkusur o nurlarla omuz omuza yürü-
yen, tarikatin ne demek olduğunu, matlâ-ı şems-i füyuzat
ve menba-ı fevz-i necat olan, Yirmi Dokuzuncu Mektu-
bun dokuz levha-i saadeti cami dokuzuncu Nüktesini oku-
duktan sonra, âlâ kadrilistitaa öğrendim. Nihayetsiz füyu-
zat ve hadsiz ezvak-ı mütenevviayı havi olduğunu, bir kat
daha tasdik ettim. Elhamdülillâh, şu nüktede nura muh-
taç kalbime lâyüad nurlar bahşedildi.
Kalbimin hissedip, lisanımın ifadeye muktedir olama-
dığı derya-i hakikate dalarak, şu eser-i giranbahanın şa-
yan-ı mennüşükran olduğunu arz ve mâba’dının tevali ve
temadisini canuyürekten taleb ve temenni etmekte iken,
işte tetimmesi olan üç telvih de ihsan buyuruldu.
Bu hatme kısmı, vartalardan kurtulmak çaresini gös-
teren irşat ve ikazlarıyla, cidden bir levha-i saadet ve ba-
is-i hayat-ı müceddet olmuştur. Acaba her an, en az bin
abd-i pürkusur:
baştan aşağı ku-
surlu kul.
alâkadrilistita:
elden geldiği ka-
dar, güç yettiği kadar.
âlem:
dünya, cihan.
arz:
söyleme, ifade etme.
aşikâre:
apaçık, belli, aşikâr,
meydanda, zahir.
bahş:
bağış, ihsan, verme.
bais:
icap ettiren.
berk-i hatif:
göz kamaştıran şim-
şek.
cami:
cem eden, toplayan, içine
alan.
canuyürek:
candan ve kalbden.
cidden:
ciddî olarak, gerçek ola-
rak.
derya-i hakaik:
hakikat deryası.
dürbîn:
uzaktan gören, dürbün.
ekal:
daha az, en az, pek az, en
küçük.
Elhamdülillâh:
Allah’a hamd ol-
sun, Allah’a şükür.
ezvak-ı mütenevvia:
çeşitli
zevkler.
feyz:
ilim, irfan.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
füyuzat:
feyizler, manevî bolluk
ve bereketler, inayetler.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek, asıl, esas.
hatme:
bir arada belirli bir şeyi
okuyup bitirme.
hâvî:
içine alan, kapsayan, kuşa-
tan.
ihsan:
verilen, bağışlanan şey.
ikaz:
uyarı.
iltica:
sığınma, güvenme, dayan-
ma.
irşat:
doğru yolu gösterme, gaf-
letten uyandırma.
kâffe:
hep, bütün, cümle, tama-
mı.
kudsî:
mukaddes, yüce.
küşat:
açma.
lâyuad:
sayısız, pek çok.
levha-i saadet:
mutluluk levhası.
lisan:
konuşma dili.
mabat:
sonraki, alttaki, sonrası,
arkası.
malik:
sahip.
matla’ı şems-i füyuzat:
feyizler
güneşinin doğduğu yer; ilimler, ir-
fanlar güneşinin doğması; ilim ve
irfanın her tarafı aydınlatması.
menba-ı fevz-i necat:
kurtuluş
bilgilerinin kaynağı.
misal:
eş, benzer.
muhtâc:
ihtiyacı olan.
muktedir:
iktidarlı, gücü yeten.
müştak:
arzulu, fazla istekli, işti-
yak gösteren.
nazar:
göz atma, bakma, ba-
kış.
necat:
kurtuluş, kurtulma.
nida-i beliğ:
güzel hitap, gü-
zel sözlü.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
nükte:
ince manalı, düşündü-
rücü söz.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak,
münevver.
pürkusur:
çok kusurlu.
safahat:
safhalar, devreler.
şayan-ı mennüşükran:
min-
net ve teşekküre değer, lâyık.
seyr-i sülûk:
bir terbiye yolu-
na girip devam etme.
talep:
isteme, dileme, istek,
arzu.
tarikat:
yol, meslek, tarik.
tasdik:
doğrulama, onayla-
ma.
telvih:
açıklama, belli etme.
temâdî:
devam etme, sürüp
gitme, sürme.
temâşâ:
bakma, bakıp sey-
retme.
temenni:
dilek, istek, arzu.
tetimme:
bir konuyu veya
eseri tamamlamak için ekle-
nen kısım, ek.
tevali:
uzayıp gitme, devam
etme.
üstad-ı ekrem:
cömert ke-
remli üstad.
varta:
içinden çıkılması güç
iş.
1.
Ey kardeşler, geliniz.
| 188 | BARLA LÂHİKASI
1...,178,179,180,181,182,183,184,185,186,187 189,190,191,192,193,194,195,196,197,198,...720
Powered by FlippingBook