Barla Lâhikası - page 190

neşredilmesi için istinsah edilen o kıymettar mahzen-i
hakaik; emin vadilere gönderiliyordu. Diğer taraftan, şu
baharın cazibedar güzelliğinden pek çok yüksek bir nu-
raniyetle karşımıza çıkan Yirmi Dokuzuncu Mektubun
her bir kısmının verdiği zevk-i manevî içerisinde yaşıyor-
duk. Kenzü’l-Arş duasının feyzinden gelen ikinci bir nük-
te-i Kur’âniyeyi, mektubunuz gelmeden evvel arkadaşlar-
la birlikte tekrar okuduk. Tetkik gayesi hiçbirimizde ol-
madığı için on dakika içerisinde, yazılan bu kısmın nura-
nî şuleleri arasında kaldık. Okurken ağzımızdan arada sı-
rada çıkan seda-i hayret ve taaccüpten başka bir şey işi-
tilmiyor ve yüzümüzden akan beşaşet, duyduğumuz ma-
nevî zevki tarife kâfi geliyordu.
Sevgili Üstadım!
Her bir risale aramızda pek büyük
bir sevinçle karşılandığı ve hayretle okunduğu ve lâyık ol-
duğu şekilde hürmet gördüğü için, her nasılsa vaki olan
hatam hakkındaki mektubunuzu aldığım vakit, kıymettar
Üstadım, bu hâli bize ihtar etmeseydiniz, biz hiç bir va-
kit böyle şeyle meşgul olmayacaktık ve “Yanlış var” di-
yenlere karşı da hak dava edeceğimizde hiç tereddüt et-
meyecektik. Sure-i Kevserin ve Sekizinci Remzin tevafu-
kat-ı harfiyeleri üzerinde birer birer tetkikatta bulunmuş
ve hiç birinde noksan bulamamıştık. Esasen bu tetkikatı-
mız, noksan aramak gayesiyle değil, belki tevsi-i malû-
mat ve bir de manevî gıdamızı almak için vuku buluyor-
du. Bu akşam fakirhanede Re’fet, Lütfü, Rüştü Efendi
kardeşlerimle oturmuş bu hususta tekrar konuşmuştuk.
Hepimiz diyorduk: Üstadımız bize söylemekte, hiç bir
beşaşet:
güleryüzlülük, güleryüz.
cazibedar:
çekici, cazibeli.
dava:
iddia.
emin:
inanılır, güvenilir.
esasen:
aslında, temelinde, doğ-
rusu.
evvel:
önce, ilk, birinci, iptida,
başlangıç.
fakirhane:
tevazu ifadesi olarak
kendisinden bahseden kimsenin
evi.
feyz:
bolluk, bereket, verimlilik.
hürmet:
riayet, ihtiram, saygı.
husus:
mevzu, konu.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
istinsah:
nüshasını yazma, örne-
ğini çıkarma, kopya etme.
kâfî:
yeter, elverir.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
lâyık:
uygun, yakışır, müna-
sip.
mahzen-i hakaik:
hakikat
mahzeni, kaynağı. hakikatle-
rin saklı bulunduğu yer.
malûmat:
bilgi.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
meşgul:
bir işle uğraşan, ilgi-
lenen.
neşr:
yayım, yayın.
nükte-i Kur’âniye:
Kur’ân’a
ait nükte, Kur’ân-ı Kerîm’deki
çok ince ve zarif mana.
nuraniyet:
parlak, nurlu ola-
nın hâli.
remz:
bir manayı ifade eden
işaret ve şekil.
risale:
belli bir konuda yazıl-
mış küçük kitap, broşür.
sada-yı hayret:
hayret uyan-
dırıcı ses.
şule:
parıltı, ışıltı; alev, ateş.
taaccüp:
şaşma, hayret etme,
şaşakalma.
tarif:
bir kavramı kelimelerle
ifade etme.
tereddüt:
kararsızlık, şüphe-
de kalma.
tetkik:
dikkatle araştırma, in-
celeme.
tetkikat:
araştırmalar, incele-
meler.
tevsi:
bollaştırma, genişlet-
me.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
vadi:
saha.
vâki:
vuku bulan, olan.
vuku:
olma, meydana gelme,
ortaya çıkma, oluş.
zevk-i manevî:
manevî zevk,
manevî lezzet, tat.
| 190 | BARLA LÂHİKASI
1...,180,181,182,183,184,185,186,187,188,189 191,192,193,194,195,196,197,198,199,200,...720
Powered by FlippingBook