emrini tebliğe memur bulunuyorsunuz; öyle ise, her mü-
barek sözünüz hak ve aynı rahmettir. Hem efendim, bah-
çıvanmisal fidanları büyütmek üzere, hayvanat-ı muzırra-
nın taarruzundan bir an evvel kurtulmak için, aşağı dallar
kesilir ki; tâ yükselsin. O fidanların hiç bir cihetle hakları
yoktur ki, “Bunu tımar eden ve hayatımıza sebep olan,
bizi bazen rencide ediyor” diyemezler. Zira hâl-i asılları
ile kalsaydılar bir muzır hayvan koparacaktı ve toprakta-
ki kökü de tefessüh edecekti, yok olacaktı.
Evet Üstadım, mübalâğasız, pürkusurlukta mislim ol-
madığını nefsime bile bazen kabul ettirdiğim, yalnız pür-
zünup talebenizi, dizlerime değil, belime değil, boğaz çu-
kuruma değil, belki de boynumdan aşan ve belki dâhili-
min de siyah çamurlara mecz olduğu ve tefessüh etmeye
başladığı bir zamanda Hızır gibi yetişip ve misl-i Lokman,
Kur’ân-ı Hakîm’in şifahanesinden lemaan eden mualece-
lerle tedaviye başladınız. Hayat ismine lâyık bir hayat bah-
şına vesilesiniz. O hayatı ihsan edene ve vesile olan uğ-
runa, o hayatı ifna etmemek
(HAŞİYE)
kâr-ı akıl değildir.
Hem bir hasta, ameliyata muhtaç olduğunu bilmelidir.
Ve hastasını gece gündüz tedavi altında bulunduran ec-
zacıya karşı yüz binlerle teşekkür ve o eczacıya eczaha-
neyi teslim eden Hakîm-i Pürkemal, Kadîr-i Bîmisal Haz-
retlerine nihayetsiz hamd ve şükre borçluyuz. Ve bu
HAŞİYE:
Benim bedelime şehit olacağını hissetmiş. Kuvvet-i ihlâsın ke-
rameti olarak haber veriyor. Haber verdiği gibi şehit oldu.
Said Nursî
ameliyat:
hastaya yapılan cerra-
hî müdahale, operasyon.
bahş:
bağış, ihsan, verme.
cihet:
sebep, vesile, mucip, baha-
ne.
dahil:
iç, içerisi.
eczahane:
ilaç yapılan ve satılan
yer.
Hakîm-i pürkemal:
herşeyi en
üstün hikmetle yaratan Allah
(c.c).
hâl-ı asıl:
asıl durumu.
hamd:
teşekkür, şükran.
hayvanât-ı muzırra:
Zararlı canlı-
lar, zararlı hayvanlar.
ifna:
devam vermeme, sona er-
dirme, sonlandırma.
ihsan:
bağışlama, ikram etme, lü-
tuf.
Kadir-i Bîmisal:
kudreti eşşiz
benzersiz olan Allah (c..c).
kâr-ı akıl:
aklın kabul edece-
ği iş, akıllıca iş, akıl işi, akla
uygun.
Kur’ân-ı Hakîm:
her yönü ile
hikmetli Kur’ân.
lâyık:
uygun, yakışır, müna-
sip.
lemeân:
parlama, parıldama.
mezc:
katma, karıştırma.
misal:
eş, benzer.
misl:
benzer, eş.
misl-i Lokman:
Lokman He-
kim misali, Lokman Hekim gi-
bi.
mualece:
ilâç, ilâç yapma, ilâç
kullanma.
mübalâğa:
bir işi, bir şeyi çok
büyütme, abartma.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
muhtâc:
ihtiyacı olan.
muzırr:
zararlı, zarar veren.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
pürkusur:
çok kusurlu.
pürzünûb:
günahlarla dolu,
çok günah.
rencide:
incinmiş, kırılmış,
gücendirilmiş.
şifahane:
şifa yeri; hastaha-
ne.
taarruz:
saldırma, sataşma,
ilişme.
tebliğ:
ulaştırmak, bildirmek.
tedâvî:
hastalığı iyileştirme
için yapılan bakım.
tefessüh:
çürüme, çürüyüp
dağılma, bozulma, kokuşma.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
vesile:
aracı, vasıta.
| 198 | BARLA LÂHİKASI