borcumu ifa edemediğimden pek mükedderim. Allahü
Teâlâ sizden ebeden razı olsun.
Hafız Ali
(
RH
)
ì®í
Œ
118
œ
[Hulûsî Bey’in bir fıkrasıdır.]
Aziz Üstad, Müşfik Kardeş, Muhterem Mü-
cahit!
Son iki hafta içinde, iki defada vürut eden Yirmi Do-
kuzuncu Mektubun Altıncı Kısmı ile Kenzü’l-Arş duasının
feyzinden gelen bir nükte-i Kur’âniye ve Yirmi Dokuzun-
cu Mektubun Sekizinci Kısmının Sekizinci Remzi ve Al-
tıncı Remzi isimlerini taşıyan mu’ciznüma eserleri aldım.
Birinci mektup, hasbelbeşeriye çok sıkıldığım bugünün
hemen saatinde elime geçti. Evet, gözlerim böyle bir nu-
ra, aklım böyle bir derse, hasta vücudum böyle bir ilâca,
muztarip ruhum böyle bir teselliye, nihayet zalim nefsim
böyle bir manevî terbiyeye çok muhtaç olduğu bir za-
manda bu eserin yetişmesi, hem hakikatte üç gün sonra
postaya verilen ikinci eserden dokuz gün evvel gelmesi,
kat’iyetle gösteriyor ki, bu iş kendi kendine veya tesadü-
fî olmuş değil. Belki gelmiş değil, gönderilmiş. Yetişmiş
değil, yetiştirilmiş. Maksatsız değil, bu hizmete koştu-
rulmuş. Hatta bir dest-i gaybî tarafından en lüzumlu bir
anda, en muhtaç ve Kur’ân hadimlerinin en zayıfı, en
BARLA LÂHİKASI | 199 |
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
vürud:
gelme, ulaşma.
zalim:
merhametsiz, gaddar.
aziz:
değerli.
dest-i gaybî:
görünmez el.
ebeden:
ebedî ve daimî ola-
rak.
evvel:
önce gelen, önceki.
feyz:
ihsan, bağış, kerem.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
hâdim:
hademe, hizmetçi.
hakikat:
gerçek, doğru.
hasbe’l-beşeriye:
insanlık
hâli olarak, insanlık gereğin-
ce.
ifa:
ödeme, yerine getirme.
ilâc:
tedbir, çare, tavsiye, der-
man.
kat’iyet:
kat’îlik, kesinlik.
maksat:
kastedilen şey; gaye.
manevî:
ruha ve içe ait olan,
ruhî.
mu’ciznüma:
mu’cize dere-
cesinde bir iş ortaya koyan.
mücahit:
din uğrunda ve Al-
lah rızası için savaşan.
muhtâc:
ihtiyacı olan.
muhterem:
saygı değer, hür-
mete layık, saygın.
mükedder:
kederli, üzüntülü,
tasalı.
müşfik:
şefkatli, merhametli,
sevgi ve ilgi gösteren.
muzdarip:
iztırabı, sıkıntısı
olan, ızdırap çeken, çırpınıp
duran, sıkıntılı.
nefs:
şehvet, gazap, fazilet gi-
bi şeylerin kaynağı.
nihayet:
son derece.
nükte-i Kur’âniye:
Kur’ân’a
ait nükte, Kur’ân-ı Kerîm’deki
çok ince ve zarif mana.
razı:
rıza gösteren, hoşnut
olan.
terbiye:
eğitim.
tesadüf:
rastlantı.
teselli:
avutma, acısını dindir-
me.