2. Tevilkârâne “Zahirî muvafakat gösteriyorum” iddi-
asında bulunanları, birinci zümreye ilhak ettirecek mües-
sir bir kuvvet.
3. Ulemaü’s-sû ahzabına şedit bir tokat.
4. Muhtelif nam ve vesilelerle, dinsizlik gayesiyle bid’a-
lar çıkaranlara, kahir bir darbe-i kudret ve tavk-ı lânet.
5. Beşinci ve altıncı işaretler, ıslah-ı âlemin bizzat Haz-
ret-i Mehdî’nin zuhuruna vabeste olduğuna kanaat eden
zümreden, bu zat-ı âlîşanın dahi bu emirde, muktedir ol-
masında şüphe duyanların, bu vehimlerini bertaraf ede-
cek, itimatlarını temin edecek, gayet kuvvetli güneş gibi
bir hakikat.
6. Yedinci işaret, bu asrın en makul mücahedesinin na-
sıl yapılmak iktiza ettiğine delâlet eden, mahz-ı hikmet gi-
bi hassaları camidir.
Âciz kardeşinizin kısa vasfı da, elbette aczine şahadet
eder. Yoksa bu hakaikı lâyıkıyla vasfeylemek, bu bîçare-
nin haddi değildir.
Dünyevî meşgalem, hususî işlerimiz ve pederime yar-
dım gibi, mecburî ahval ve duygular, evvel ve ahir arz et-
tiğim gibi, hizmet-i Kur’âniyedeki vazifeme çok mâni olu-
yor. Ne yapayım?
(1)
m
?Én
M u
?o
c '
¤n
Y ! o
ór
ªn
ër
dn
G
diyorum. Du-
anıza çok muhtacım ve muhtacız. Biz her vakit sevgili Üs-
tadımıza duada bulunuyoruz.
Hulûsî
ì®í
BARLA LÂHİKASI | 187 |
yolu bulması.
itimat:
dayanma, güvenme, em-
niyet etme.
kahir:
üstün gelen, ezen, ezici.
kanaat:
inanma.
kudret:
güç, kuvvet, takat, ikti-
dar.
lânet:
beddua, ilenç.
lâyık:
yakışan, yaraşır, yakışır.
mahz-ı hikmet:
hikmetin en gü-
zeli, hikmetin tâ kendisi.
makul:
akla yakın, akla uygun,
aklın kabul edeceği.
mâni:
engel.
mecburî:
zorunlu.
meşgale:
iş, uğraş, meşgul olu-
nan şey.
mücahede:
savaşma, mücadele,
uğraşma, çaba, gayret.
müessir:
tesirli.
muhtelif:
türlü türlü, çeşitli.
muktedir:
iktidarlı, gücü yeten.
muvafakat:
razı olma, müsaade
etme, kabul etme.
nam:
ad, isim, lakap.
peder:
baba.
şahadet:
şahit olma, şahitlik, ta-
nıklık.
şedit:
şiddetli, sert, katı.
tavk:
tasma, halka.
tavk-ı lânet:
lânet halkası.
temîn:
sağlama.
tevil:
yorumlama, yorum.
ulemaü’s-sû:
kötü alimler, dün-
yayı dine tercih eden âlimler.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
vabeste:
e bağlı, ilgili, bir şeyin
arkasına bağlı, ancak onunla ola-
bilir.
vasf:
bir kimsenin veya şeyin ta-
şıdığı hâl, nitelik, hususiyet.
vazife:
görev.
vehim:
yanlış ve esassız düşünce.
vesile:
aracı, vasıta.
zahirî:
görünüşte olan; zahire, dı-
şa ait olan.
zat-ı âlîşan:
şanlı kişi.
zuhur:
ortaya çıkma.
zümre:
cemaat, topluluk.
âciz:
eli yetmez, gücü yet-
mez, güçsüz.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
ahir:
son, sonraki, en sonra.
ahval:
haller, durumlar.
ahzab:
bölükler, kısımlar.
arz:
sunma.
asr:
yüzyıl, asır.
bertaraf:
ortadan çıkmış, yok
edilmiş.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
bid’a:
dinin aslına uymayan
adet ve uygulamalar.
bizzat:
kendisi, kendi, şahsen.
cami:
toplayan, içine alan,
kapsayan.
darbe-i kudret:
güçlü darbe.
delâlet:
yol göstermek, kıla-
vuzluk.
dünyevî:
dünyaya ait.
evvel:
önce.
gayet:
son derece.
hakaik:
hakikatler, doğrular,
gerçekler.
hakikat:
gerçek, doğru.
hâssa:
özellik.
Hazret-i Mehdi:
Ahirzaman-
da çıkacağı bildirilen vazifeli
şahıs.
hizmet-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın
hizmeti.
hususî:
özel.
iktiza:
gerektirme, lüzumlu
kılma.
ilhak:
dahil etme, ekleme.
ıslah-ı âlem:
insanlığın doğru
1.
Her hâl için Allah’a hamd olsun.