Œ
106
œ
[Küçük Zühdü’nün fıkrasıdır.]
Yirmi Dokuzuncu Mektubun Yedinci Kısmını akşam fa-
kirhanede Bekir Ağa ile beraber bazı hususî arkadaşları-
mızla okuduk. Ve son Risalenin dinsizleri iskâta kâfi ge-
leceğine hepimiz kanaat ve iman getirdik.
Küçük Zühdü
ì®í
Œ
107
œ
[Sabri’nin fıkrasıdır.]
Vakit vakit mukaddesat-ı diniyeye, ehl-i dalâletin icra
etmekte oldukları hücumlarla, ruhumda açılan cerihaların
teellümatiyle müteellim olduğum bir anda, muhterem Be-
kir Ağa Hızır gibi yetişerek, Yirmi Dokuzuncu Mektubun
Yedinci Kısmını sunup, derdime derman oldu.
Evet eczahane-i Kur’ân’ın müstahzaratından ve ancak
binden bir nispetindeki hikmetinden olan işbu dürr-i
meknun, es’ile ve ecvibe, işaret ve sarahatiyle tedavi ile,
mağmum kalbimi tesrir ve müteessir vicdanımı tenvir ve
mükedder ruhumu mahzuz edince dedim: Aman, yâ
Rabbî! Sen, Resulün ve Habibin Muhammed Mus-
tafa’nın (
ASM
) hakikî ümmetine öyle bir tükenmez haza-
in-i hikmet bahşetmişsin ki, o hazine-i kudsiye 1351 se-
ne ahkâm-ı ezelîsi ve ferman-ı ebedisîyle öyle bir
ahkâm-ı ezelî:
ezelî hükümler.
bahş:
bağış, ihsan, verme.
ceriha:
yara.
derman:
ilaç, çare.
dürr-i meknûn:
mahfazalı parlak
inci.
ecvibe:
cevaplar.
eczahane-i Kur’ân:
Kur’ân ecza-
hanesi.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yoldan
çıkanlar, azgın ve sapkın kimse-
ler.
es’ile:
sorular, sorulan şeyler, su-
aller.
fakirhane:
tevazu ifadesi olarak
kendisinden bahseden kimsenin
evi.
ferman-ı ebedî:
ebedî ferman,
Allah’ın emri.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
hazine-i hikmet:
ilmi hazine-
si.
hazine-i kudsiye:
kudsî hazi-
ne, ilâhî define.
hikmet:
gizli sebep, gaye.
hususî:
özel.
icra:
yürütme, bir işi yerine
getirme.
iman:
inanç, itikat.
iskât:
susturma; düşürme,
hükümsüz bırakma.
kâfî:
yeter, elverir.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
mağmum:
gamlı, kederli,
üzüntülü, tasalı, sıkıntılı.
mahzûz:
hazzetmiş, hoşlan-
mış, hoşnut olmuş, sevinmiş.
muhterem:
saygı değer, hür-
mete lâyık, aziz, saygın.
mukaddesat-ı dîniye:
dine
ait kudsî ve mübarek sayılan
şeyler.
mükedder:
kederli, üzüntülü,
tasalı.
müstahzarat:
hazır ilâçlar.
müteellim:
elemli, kederli,
hüzünlü, içi sızlayan.
müteessir:
teessüre kapılan,
etkilenmiş.
nispet:
oran, değer.
Rabbi:
benim Rabbim, Al-
lah’ım.
Risale:
mecmua, dergi.
sarahat:
ifadedeki açıklık,
açık anlatım.
teellümat:
teellümler, elem,
keder, acı duymalar, tasalan-
malar.
tenvir:
nurlandırma, aydınlat-
ma, ışıklandırma.
tesrîr:
sevindirme.
ümmet:
Müslümanların ta-
mamı; bütün Müslümanlar.
vicdan:
his, duygu.
| 178 | BARLA LÂHİKASI