hayat-ı bâkiye ihsan etmiş ki, hakikî verese-i enbiya olan
ulema-i benam, en kısa bir ayetten nice hakaik-ı namüte-
nahiye istinbat ve istihraç ederek ümmet-i Muhammedin
kulüb-i mecruhalarını Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan-ın âb-ı ha-
yatıyla ihya buyuruyorsunuz. Ey Malikü’l-Mülk, ey Hâlik-i
Zülcelâl, ey Hâkim-i Bîmisal! Senin Zat-ı Azamet-i Kibri-
yana iltica ederek niyaz ediyorum, şöyle ki: Ahkâm-ı
Kur’âniyeyi i’lâ ve tarik-ı Ahmediyeyi ibka ve hakikî ve-
rese-i enbiyanın âmâl ve makasıdını teshil ve teysir
buyurarak, bu bîçare kullarını Kur’ân-ı Azîmüşşan’ın dai-
re-i nuraniyesinde mes’udâne i’lâ-i kelimetullah etmeyi
göstermeden hayat-ı bâkiye âlemine götürme Allah’ım,"
diyerek zahiri ve bâtınî gözlerimi levaih-ı Kur’âniye ile
perdeledim, Üstadım Efendim.
Pürkusur talebeniz
Sabri
ì®í
Œ
108
œ
[
Sözler
’i müştakların ellerine yetişti-
ren kardeşim Bekir Ağa’nın fıkrasıdır.]
Elimizdeki hakaik-ı Kur’âniyeyi cami Nur Risaleleri, her
an ve zaman bizi tarik-ı hakikatin nurlarına istiğrak ede-
rek, şu zaman-ı hâzıranın ehl-i imanın kalbine verdiği ız-
dırabı izale etmektedir.
Hakka şükürler olsun ki, ehl-i imanın üzerine musallat
olan ve gayr-ı kabil-i tahammül olan hâlât karşısında, iman
ve irşadın nuranî dairesi dâhilinde, hak ve hakikate lâyık
BARLA LÂHİKASI | 179 |
istihraç:
bir şeyden bir şey çıkar-
ma, sonuç çıkarma, mana çıkar-
ma.
istinbat:
bir söz veya işten gizli
bir mana çıkarma.
izale:
yok etme, ortadan kaldır-
ma.
ıztırap:
kuvvetli acı, aşırı elem,
azap.
kulûb-i mecruha:
yaralı, yaralan-
mış kalbler.
Kur’ân-ı Âzimüşşan:
şanıbüyük
Kur’ân.
Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan:
beyanı
ile de olağanüstü olan Kur’ân.
levâih-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın lev-
haları.
Malikü’l-Mülk:
mülkün maliki;
bütün mülklerin sahibi, her şeyin
maliki olan Allah.
mesudane:
mutlu bir şekilde,
saadet içerisinde.
musallat:
çok rahatsızlık veren,
aşırı derecede sataşan.
müştak:
arzulu, fazla istekli, işti-
yak gösteren.
niyaz:
rica, dua.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak, mü-
nevver.
pürkusur:
çok kusurlu.
tahammül:
zora dayanma, sab-
retme, sabır gösterme.
tarik-i Ahmediye:
peygamberi-
mizin yolu, sünneti.
teshil:
kolaylaştırma, kolay hale
getirme.
teysir:
kolaylaştırma, kolay hale
getirme.
ulema-yı benam:
namlı, ünlü,
seçkin âlimler.
ümmet-i Muhammed:
müslü-
manlar.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
verese-i enbiya:
peygamber vâ-
risi.
zahirî:
görünen, görünürdeki, gö-
rünüşteki.
Zat-ı Azamet-i Kibriya:
büyük-
lük kudret sahibi, Allah.
âb-ı hayat:
hayat kaynağı.
Ahkâm-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın
hükümleri.
âlem:
dünya, cihan.
âmâl:
emeller, arzular, istek-
ler.
bâtınî:
içe ait, dahilî, görün-
meyen, gizli.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cami:
toplayan, içine alan,
kapsayan.
daire-i nuraniye:
nurlu, ay-
dınlık daire.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
gayr-ı kabil:
mümkün olma-
yan, imkânsız, gerçekleşmesi
mümkün olmayan.
hakaik-ı namütenahi:
tü-
kenmez sonsuz gerçekler.
hakikat:
gerçek, doğru.
Hâkim-i Bimisal:
benzersiz
hükmedici Allah (c..c).
halat:
haller, durumlar, vazi-
yetler.
Hâlık-ı Zülcelâl:
Sonsuz bü-
yüklük sahibi yaratıcı, Allah.
hayat-ı bakıye:
bakî olan,
sonsuz hayat, ahiret hayatı.
i’lâ:
yükseltme, yüceltme.
i’lâ-yı kelimetullâh:
Allah’ın
adını, Allah’ın birliğini yük-
seltme, yüceltme.
ibka:
devamlı kılma, sürekli
kılma.
ihsan:
verilen, bağışlanan
şey.
ihya:
diriltme, hayat verme.
iltica:
sığınma, güvenme, da-
yanma.
irşat:
doğru yolu gösterme,
gafletten uyandırma.
istiğrak:
gark olma, dalma,
bir şeyin içine gömülme, bir
şeyle kaplanma.