sevinçle aldım ve okudum. Kısmen kardeşlerimle, kısmen
de yalnız başıma beş-altı defa okuduğum hâlde, bu risale-
nin ruhuma ilka eylediği nuranî feyizleri karşısında oku-
dukça okumak ihtiyacım artıyordu. Ve senelerden beri
müştakı bulunduğum tarikatin böyle ulvî, nezih, âlî haki-
katlerini öğreten bu kıymettar risaleyi elimden bırakamı-
yorum. Her okudukça başka bir zevki veren ve kendi ar-
kadaşları olan diğer risaleler gibi, her bakışta başka bir
güzellik ve letafet gösteren bu risaleyi ve içindeki ulvî ve
âlî hakikatleri bize okuyan levhaların münderecatını belki
dört-beş seneden beri arıyor, bulamıyordum.
Sevgili Üstadım!
Allah sizden ebediyen razı olsun.
Nasıl ki, bahr-i muhit içerisinde yaşadıkları hâlde, susuz
kalmalarından dolayı değil, belki kendilerinde zîkıymet
şeylerin husulü için, Nisan yağmuruna şiddetli bir alâka
ile ihtiyaç gösteren balıklar gibi benim de bu risaleye ih-
tiyacım şiddetliydi. Cenab-ı Hak ve Feyyaz-ı Mutlak Haz-
retlerine bînihaye şükrolsun ki, hayatımın bu karanlık sa-
hifesini de arzularımın pek fevkinde olarak nurlandırdı.
Evet, bu risalenin fakir talebenizde hâsıl ettiği tesir ve
intibalarını, kalemle ifadeden her vakit için âcizim. Kü-
çük küçük cümleleri ve anahtarlarıyla pek büyük define
ve hazineleri açan ve azîm girdapları kapatan ve tarika-
tin nezih, âlî ve çok yüksek feyizli, sürurlu, zevkli, doyul-
maz ve bırakılmaz bir yol olduğunu ders veren bu kıy-
mettar risaleyi çok ehemmiyetli buluyorum. Ve bilhassa
tarikate mensup olup da, haricin ittihamından kaçınan
BARLA LÂHİKASI | 181 |
pak:
temiz.
razı:
rıza gösteren, hoşnut olan.
sürur:
sevinç, mutluluk.
tarikat:
Allah’a ulaşmak için şey-
hin gözetiminde müridin takip
edeceği terbiye usul ve yolu.
tesir:
etki.
ulvî:
yüksek, yüce; manevî, ruha-
nî.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
zîkıymet:
kıymet sahibi, kıymet-
li.
âciz:
zayıf, güçsüz, zavallı.
alâka:
ilgi, ilişki, yakınlık.
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
azîm:
büyük.
bahr-i muhit:
okyanus.
bilhassa:
özellikle.
bînihaye:
sonsuz, nihayetsiz,
ebedî, tükenmez.
define:
kıymet ve değeri
yüksek olan şey, hazine.
ebediyen:
ebedî olarak, son-
suza kadar.
ehemmiyetli:
önemli.
fevkinde:
üstünde.
feyiz:
ilim, irfan.
Feyyaz-ı Mutlak:
hiç bir kayıt
ve şarta bağlı olmadan çok
çok bereket ve bolluk veren
Allah (c.c.).
girdap:
suların dönerek çu-
kurlaştığı yer, anafor.
hakikat:
gerçek, doğru.
hariç:
bir şeyin dışı, dışarısı,
dışta kalan.
hazine:
zengin ve değerli
kaynak.
ihtiyaç:
gereklilik, lüzum.
ilka:
telkin etme, ilham etme.
intiba:
bir kişi veya olayın zi-
hinde bıraktığı iz, izlenim, te-
sir.
ittiham:
suç altında buluın-
ma, töhmetli olma.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
letafet:
lâtiflik, hoşluk.
levha:
manzara, görünüş.
mensup:
bir şeye veya kim-
seye bağlı olan, üye.
münderecat:
içerisinde olan-
lar.
müştak:
arzulu, fazla istekli,
iştiyak gösteren.
nezih:
temiz, pak, berî.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak,
münevver.