hem Arabcasının ve hem de Türkçesinin konulması mu-
vafık olacağı zannındayım. Efendim Hazretleri.
Rüştü
ì®í
Œ
99
œ
[Saatçi Lütfi Efendi’nin fıkrasıdır.]
(2)
/
?p
ór
ªn
ëp
H o
í`u
Ñ°n
ùo
j s
’p
G m
Ar
Àn
T r
øp
e r
¿p
Gn
h
(1)
@ o
¬n
fÉn
ër
Ñ°o
S /
¬p
ªr
°SÉp
H
(3)
Ék
ªp
FGn
O Gk
ón
Hn
G o
¬o
JÉn
cn
ôn
Hn
h$G o
án
ªr
Mn
Qn
h r
ºo
µr
«n
?n
Y o
?n
Ós
°ùdn
G
İ’caz-ı Kur’âniyeden İhlâs-ı Şerif ile Muavvizeteyn ve
Fatiha-i Şerife surelerinin tevafukat-ı hurufiye sırlarını gös-
teren Yirmi Dokuzuncu Mektubun Sekizinci Remzini al-
dım ve okudum. Neşir buyurulan işbu risaledeki tevafukat,
şimdiye kadar emsali namesbuk bir sırrı meydana koy-
muş. Bu hususa dair mütalâada bulunmak, kuvve-i kale-
miyemin ve havsala-i mevcudemin kat kat fevkinde bu-
lunmakla beraber, afv-ı Üstadânelerine mağruren şu ka-
dar diyebilirim ki: Neşir buyurulan risaledeki izahat, her-
hangi bir bedbin ve kör olan bir gafili uyandırmaya ve hat-
ta bütün mevcudiyetiyle kararmış kalbleri tenvire ve irşa-
da pek büyük delil bulunduğundan, muhterem Üstadımı-
zın tasavvurî kararı veçhile, her ferdin Kur’ân-ı Azîmül-
bürhan’daki mu’cizatı görmesi için Kur’ân’ın baş tarafı-
na derci hususu pek muvafık görüldüğünü arz eylerim,
Efendim Hazretleri.
Saatçi Lütfü
ì®í
BARLA LÂHİKASI | 167 |
irşat:
doğru yolu gösterme, gaf-
letten uyandırma.
işbu:
işte bu, bu.
izahat:
izahlar, açıklamalar.
Kur’ân-ı Azîmülbürhan:
büyük
delil Kur’ân.
kuvve-i kalemiye:
yazma kabili-
yeti, gücü.
mağruren:
inanarak, güvenerek.
mevcudiyet:
mevcut olma, var-
lık.
mu’cizat:
mu’cizeler, Allah tara-
fından verilip, yalnız peygamber-
lerin gösterebilecekleri büyük
harika işler.
Muavvizeteyn:
Kur’ân-ı Kerîm’in
113 ve 114 Felak ve Nas sureleri.
muhterem:
saygı değer, hürmete
layık, saygın.
mütalâa:
bir şeyi etraflıca düşün-
me, dikkatli okuma.
muvafık:
uygun, uyar, münasip.
namesbuk:
geçmemiş, benzeri
olmamış.
neşir:
yayma,yayım, herkese du-
yurma.
risale:
mecmua, dergi.
sır:
gizli hakikat.
tasavvurî:
tasavvurla alâkalı, ta-
savvura ait.
tenvir:
nurlandırma, aydınlatma,
ışıklandırma.
tevafukat:
uygunluk.
tevafukat-ı hurufiye:
harflerdeki
uygunluk.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
vechile:
vecih ile, o cihetten,
yönden.
zan:
zanneden, sanan, zannedici.
afv-ı Üstadâne:
üstadca af-
fetmek.
arz:
sunma, bildirme.
bedbin:
fena gören, kötüm-
ser.
dair:
alakalı, ilgili.
delil:
iz, nişan, emare.
derc:
sokma, arasına sıkıştır-
ma.
emsal:
eş, benzer.
Fatiha-i şerife:
Fatiha Suresi.
fevk:
üst, üst taraf, yukarı,
üzeri.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
gafil:
gaflette bulunan, endi-
şesiz, nefsine uyarak Allah’ın
emirlerini unutan.
havsala-i mevcuda:
var olan
anlama kavrama.
hurufiye:
Fazlullah-ı Hurû-
fî’nin kurduğu, harflerden var-
lık ve yaradılış hakkında ma-
nalar çıkarma esasına daya-
nan bir fırka.
husus:
iş, keyfiyet.
husus:
mevzu, konu.
i’caz- Kur’âniye:
mu’cize olan
Kur’ân.
ihlas-ı Şerif:
şerefli İhlas sure-
si.
1.
Her türlü kusur ve noksandan münezzeh olan Allah’ın adıyla.
2.
Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp tespih etmesin. (İsrâ Suresi: 44.)
3.
Allah'ın selâmı, rahmet ve berekâtı ebediyyen, devamlı olarak üzerinize olsun.