ve Re’fet Bey, Zekâi ve Sabri Efendi gibi kardeşlerimin,
risaletü’n-Nur ve mektubatü’n-Nura karşı gösterdikleri
âteşin muhabbetle, kalbi iştiyaklarını gösteren kalemleri,
beni de heyecana düşürmüştü. Bu sırada Bekir Ağa, siz-
den gelen bir mektupla teşrif etti. Bekir Ağa, mutadının
hilâfı olarak, pek gülşen yüzlü idi. Mektubu aynı sevinçle,
ba’de’t-takbil beraber açtık. Bir varakpare-i fazılâneleriy-
le, Yirmi Dokuzuncu Mektubun Sekizinci Kısmının sekiz
sahifeden ibaret olan Sekizinci Remzi üç sekiz tevafuka-
tıyla kendini gösterdi. Yirmi Yedinci Mektubun Üçüncü
Zeylinden hâsıl olan sevinçli bir heyecan-ı kalbi ve Bekir
Ağa’nın Üstadına ve Nurlara karşı kalbî iştiyakını göste-
ren sevimli yüzü ve dört aydan beri beklediğimiz tevafu-
katın gayesinin mebdeini gösteren Sekizinci Remizdeki
sevgili Üstadımızın manevî bir nur ile parlayan ve gülüm-
seyen, o yüksek en harika, tatlı sözü, fakir talebenizde
öyle bir hâlet-i azîme tevlit etmiş ki, işte o dakikam, saa-
det-i ebediyeye nail olanların geçirdiği anlardan bir daki-
ka idi. Bu sürur içinde mektubunuzu ve Sekizinci Remzi
okudum. Okurken her bir cümlenin nihayetinde, “Var ol,
mes’ut ol, bahtiyar ol” dökülüyordu. İlk defa Bekir Ağa
ile, bir defa Rüştü Efendi kardeşimle, bir defa da Re’fet
Bey kardeşimle okudum.
Evet, sevgili Üstadım, senelerden beri Kur’ân-ı Azîmül-
bürhan’ın bahr-i ummanında medfun defineleri, ri-
saletü’n-Nur ve mektubatün-Nur ile meydana çıkarmıştı-
nız. İşte azîm bir define daha lütf-i İlâhî ile Yirmi Doku-
zuncu Mektubun Sekizinci Kısmının Sekizinci Remzinde
ateşin:
samimî heyecanlı.
azim:
büyük, yüce.
ba’det-takbil:
öperek.
bahr-i umman:
Hind Okyanusu.
bahtiyar:
bahtlı, talihli, mutlu.
define:
kıymet ve değeri yüksek
olan şey, hazine.
gülşen:
gül bahçesi, güllük.
hârika:
olağanüstü.
hâsıl:
meydana gelme, ortaya
çıkma.
hilâf:
ters, karşı, zıt, aykırı.
ibaret:
meydana gelen, olu-
şan.
iştiyak:
aşırı isteme, çok fazla
arzu etme.
iştiyak:
göreceği gelme, özle-
me.
kalbî:
samimî, içten, gönül-
den.
Kur’ân-ı Azîmülbürhan:
en
büyük bürhan, açıklayıcı ve
delil olan Kur’ân.
lütf-i ilâhî:
Allah’ın lütfu, ih-
san ve iyiliği.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mebde:
evvel, baş, başlama,
başlangıç.
medfun:
defnedilmiş, gömül-
müş.
mektubatünnur:
Nur mek-
tupları, Risale-i Nur’da yer
alan mektuplar.
mesut:
saadetli, bahtlı, mut-
lu.
muhabbet:
sevgi, sevme.
nail:
kavuşan, ulaşan, eren.
nihayet:
en sonunda.
remz:
işaret, gizli ve kapalı bir
surette ifade etme.
saadet-i ebediye:
sonu ol-
mayan, sonsuz mutluluk.
sürur:
sevinç, mutluluk.
talebe:
talep eden, öğrenci.
teşrif:
şereflendirme, şeref
verme.
tevafukat:
uygunluk.
tevlit:
sebep olma, vücuda
getirme.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
varak-pare-i fazılâne:
fazi-
letli yaldızlı kapak.
Zeyl:
ek, ilâve.
| 160 | BARLA LÂHİKASI