teemmüle sevk eyledi. Çocukluğumdan beri hakaik-ı di-
niyeye çok merak eder ve her fırsattan istifade ederek
tetkikat ve tetebbuatta bulunurdum. Ne yazık ki, emeli-
me muvaffak olamazdım. Bu sebepten yeis ve nevmidîye
duçar olurdum. Namütenahi şükürler olsun ol Hallâk-ı
Azîm’e ki, zat-ı âliye-i fazılâneleri gibi, her asırda emsa-
line ender tesadüf olunan bir dâhi-i azama bizleri mülâki
kıldı da, otuz seneden beri ruhumun çok büyük iştiyak ve
tahassürle beklediği bir üstad-ı muhtereme nail eyledi.
(1)
»
u
Hn
Q p
?°r
†n
a r
øp
e Gn
ò'
g!o
ór
ªn
ër
dn
G s
ºo
K !o
ór
ªn
ër
dn
G
Madem şimdiye kadar böyle hakikatler hiç bir eserde
görünmemiş ve işitilmemiştir; yazılması çok muvafıktır
ki, okuyan her ehl-i imanın, Kur’ân-ı Hâkim’in hazain-i
namütenahiyesinden bir kısım cevahiri elde etmek sure-
tiyle, hem ağniya-i maneviye adedine dâhil olsun ve hem
de künuz-i mahfiyeye ıttıla kesbetmek gibi, ruh-i beşerin
en büyük ihtiyacatını tatmin etmiş bulunsun. Hülâsa, te-
vafukat ve rumuzat-ı Kur’âniye, tebşirat-ı azîmeyi ihtiva
etmesi itibarıyla, kemal-i hassasiyetle takip ve tetkik
olunmaktadır. Bundan dolayı nihayetsiz hürmet ve ta-
zimatımı arz eder ve mübarek ellerinizden öperek, Ce-
nab-ı Hakkın bize inkişaf-ı kalbî ihsan buyurması husu-
sundaki dua-i hayriyelerini istirham eylerim, sevgili Üsta-
dım Efendim.
Re’fet
ì®í
BARLA LÂHİKASI | 165 |
inkişaf-ı kalbi:
kalbi uyanış.
istifade:
faydalanma, yararlan-
ma.
istirham:
isteme, rica etmek.
iştiyak:
göreceği gelme, özleme.
itibarî:
dolayısıyla.
ıttılâ:
haberi olma, bilgisi bulun-
ma.
kemal-i hassasiyet:
büyük dik-
kat.
kesb:
çalışıp, kazanma.
künuz-i mahfiye:
gizli, saklı hazi-
neler.
Kur’ân-ı Hakim:
her yönüyle hik-
metli Kur’ân.
madem:
...den dolayı, böyle ise.
mübarek:
hayırlı, mutlu, kutlu,
uğurlu.
mülâki:
görüşen, konuşan.
muvaffak:
başarmış, başarılı.
muvafık:
uygun, münasip.
nail:
kavuşan, ulaşan, eren.
namütenahî:
uçsuz bucaksız, so-
nu olmayan, sonsuz, bitmez tü-
kenmez.
nevmidî:
ümitsizlik, meyusiyet.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
ruh-i beşer:
insan ruhu.
rumuzat-ı Kur’âniye:
Kur’ân’daki
işaretler, Kur’ân’ın remizleri.
sevk:
yöneltme, gönderme.
suret:
biçim, tarz.
tahassür:
hasret çekme, özlem.
tatmin:
doyurma, ihtiyacını karşı-
lama.
tazimat:
hürmetler, saygılar, bü-
yük saymalar.
tebşirat-ı azîme:
büyük müjde-
ler.
teemmül:
inceden inceye, etraflı-
ca düşünme.
tesadüf:
rastlantı.
tetebbuat:
etraflıca araştırmalar
ve incelemeler.
tetkik:
dikkatle araştırma, incele-
me.
tetkikat:
araştırmalar, inceleme-
ler.
tevafukat:
uygunluk.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
üstad-ı muhterem:
muhterem,
saygıdeğer üstad.
yeis:
ümitsizlik.
zat-ı âliye-i fazılâne:
fazilet, bilgi,
irfan, niteliklere sahip fert.
ağniya-i manevîye:
manevî
zenginlikleri olanlar.
arz:
sunma.
cenab-ı Hak:
Allah.
cevahir:
çok kıymetli söz ve-
ya faydalı yazılar.
dâhî-i azam:
en zeki kişi.
dâhil:
içinde, içeri girmiş.
dua-i hayriye:
hayırlı dua.
duçar:
tutulmuş, uğramış, ya-
kalanmış.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
emel:
amaç, arzu, istek.
emsal:
eş, benzer.
ender:
az bulunan.
hakaik-ı diniye:
dine ait olan
hakikatler.
hakikat:
gerçek, doğru.
Hallâk-ı Azîm:
yüce yaratan,
yüce yaratıcı Allah.
hazain-i namütenahi:
bit-
mez, tükenmez, sonsuz hazi-
ne.
hülâsa:
bir şeyin özü, esası,
özeti.
hürmet:
saygı.
ihsan:
bağışlama, ikram et-
me, lütuf.
ihtiva:
içine alma, kapsama.
1.
Rabbimin bu fazlından dolayı ezelden ebede kadar tekrar tekrar Allah’a hamd olsun. (Met-
nin “Elhamdülillâh” kısmı birçok ayette geçmektedir. Sonraki kısım ise Neml Suresinin 40.
ayetidir.)