Yalnız Cenab-ı Feyyaz-ı Mutlak Hazretlerinden beş vakit-
te dua ediyorum: “Yâ Rabbî, yâ Rabbî! Yirmi yedi sene-
den beri, şeytan aleyhi’l-lânenin zırhlı çelik sandukaya ki-
litlemiş olduğu imanımı, balyozuyla kırarak tahlis eden
Üstad-ı Ekremime, yani Kur’ân-ı Hakîm’in lemaatı olan
Risale-i Nur’un neşrine bir hizmet olarak, bana menam-
da göstermiş olduğun yevm-i mahşerde gayya kuyusu
kapısının ağzından çevirmeye muvaffak olan müfessir-i
Kur’ân’ı ve son musannif bulunan Said-i Nursî Hazretle-
rinin yevm-i mahşerde sancaktarı kıl, yâ Rabbî, yâ Er-
hamerrâhimîn, velhamdülillâhi Rabbülâlemîn” olan Ce-
nab-ı Mevlâ’dan evkat-ı hamsede vird-i zebanımdır. Ve
siz Üstadımın kabul buyurmasını istirham ile el ve ayak-
larınızdan öperim, Efendim Hazretleri.
Mehmet Mes’ut
ì®í
Œ
96
œ
[Ahmed Hüsrev’in fıkrasıdır.]
(2)
/
?p
ór
ªn
ëp
H o
í`u
Ñ°n
ùo
j s
’p
G m
Ar
Àn
T r
øp
e r
¿p
Gn
h
(1)
@ o
¬n
fÉn
ër
Ñ°o
S /
¬p
ªr
°SÉp
H
(3)
Ék
ªp
F = Gn
O Gk
ón
Hn
G o
¬o
JÉn
cn
ôn
Hn
h$G o
án
ªr
Mn
Qn
h r
ºo
µ`r
«n
?n
Y o
?n
Ó°s
ùdn
G
Kıymettar Üstadım!
Tarih-i mektuptan iki gün evvel idi, Yirmi Yedinci Mek-
tubun Üçüncü Zeylini yazmakla meşguldüm. Hulûsî
BARLA LÂHİKASI | 159 |
neşir:
herkese duyurma, tamim.
Rabbi:
benim Rabbim, Allah’ım.
sandûka:
küçük sandık.
tahlis:
kurtarma.
tarih-i mektup:
mektubun geldi-
ği zaman.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
üstad-ı ekrem:
Kerîm üstad.
vird-i zeban:
dilde tesbih, sık sık
tekrar edilen dua, devamlı oku-
nan zikir.
yevm-i mahşer:
mahşer günü.
Zeyl:
ek, ilâve.
aleyhi’l-lâne:
lânete uğramış.
Cenab-ı Feyyaz-ı Mutlak:
hiç
bir kayıt ve şarta? bağlı ol-
madan çok çok bereket ve
bolluk veren Allah (c.c.).
Cenab-ı Mevlâ:
Allah (c.c).
dua:
yalvarma, yakarış, niyaz.
evkat-ı hamse:
beş vakit; sa-
bah, öğle, ikindi, akşam ve
yatsı namazlarının kılındığı
vakitler.
evvel:
önce.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
gayya:
Cehennemde bir kuyu
veya dere.
istirham:
isteme, rica etmek.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
Kur’ân-ı Hakim:
her yönüyle
hikmetli Kur’ân.
lemaat:
lem’alar, parıltılar,
parlayışlar.
menam:
rüya, düş.
menfaat:
fayda.
musannif:
tasnif eden, en gü-
zel şekilde derleyip düzenle-
yen.
muvaffak:
başarmış, başarılı.
1.
Her türlü kusur ve noksandan münezzeh olan Allah’ın adıyla.
2.
Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp tespih etmesin. (İsrâ Suresi: 44.)
3.
Allah’ın selâmı, rahmet ve berekâtı ebedî ve daimî olarak üzerinize olsun.