Evet, Sevgili Üstadım!
Sevincimizi arttıran bir me-
sele daha var. O da Kenzü’l-Arş duasının feyzinden ge-
len bir nükte-i Kur’âniye namı altında neşredilen iki sahi-
felik huruf-i hecâiye-i Kur’âniyenin, bu kısma ilâvesi ve
bu kısmın da, yazmakta olduğumuz tevafuklu ve haşiyeli
Kur’ân-ı Kerîm’in baş tarafına, umumun istifade ve isti-
fazalarının kolaylıkla teminine binaen derç edilmesi hak-
kındaki tensib-i fazılâneleridir. Bu tensip bizce de, pek
çok musîb görülmekle, fakir talebenizin nazarını maziden
hâle, hâlden de istikbale çeviriyor. Ve istikbaldeki parla-
yan nurları göstermekle, nihayetsiz sürurlara müstağrak
kılıyorsunuz.
Ahmed Hüsrev
ì®í
Œ
97
œ
[Re’fet’in fıkrasıdır.]
(2)
/
?p
ór
ªn
ëp
H o
í`u
Ñ°n
ùo
j s
’p
G m
Ar
Àn
T r
øp
e r
¿p
Gn
h
(1)
@ /
¬p
ªr
°SÉp
H
(3)
o
¬o
JÉn
cn
ôn
Hn
h%G o
án
ªr
Mn
Qn
h r
ºo
µr
«n
?n
Y o
?n
Ós
°ùdn
G
Muhterem ve Çok Kıymetli Üstadım Efendim!
Yirmi Dokuzuncu Mektubun Sekizinci Kısmının Rem-
zini dikkatle okudum. İhtiva ettiği harikanüma rumuzat ve
o rumuzatın ifade ettiği yüksek hakaik, fakire azîm istifa-
deler temin etti. Ve beni derin derin tefekküre ve
azim:
büyük, yüce.
binaen:
-den dolayı, bu sebep-
ten.
derç:
toplama, biriktirme.
feyiz:
ihsan, bağış, kerem.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
hakaik:
hakikatler, doğrular, ger-
çekler.
hâl:
şimdiki zaman.
haşiye:
dipnot.
huruf-i hecâiye-i:
Kur’ân’ın harf
ve heceleri.
İhtiva:
içine alma, kapsama.
istifade:
faydalanma, yararlan-
ma.
istifaza:
feyz alma, feyz bulma,
feyizlenme.
istikbal:
gelecek zaman.
mazi:
geçmiş zaman.
mesele:
önemli konu.
muhterem:
saygı değer, hürmete
layık, saygın.
musîb:
isabet eden, yanılmayan,
yanılgıya düşmeyen.
müstağrak:
gark olmuş, dalmış,
batmış, içine girmiş.
nam:
ad, isim.
nazar:
göz atma, bakma, ba-
kış.
neşr:
herkese duyurma, yay-
ma, tamim.
nihayetsiz:
sonsuz, sınırsız.
nükte-i Kur’âniye:
Kur’ân’a
ait nükte, Kur’ân-ı Kerîm’deki
çok ince ve zarif mana.
remz:
işaret, gizli ve kapalı bir
surette ifade etme.
rumuzat:
rumuzlar, işaretler.
sürur:
sevinç, mutluluk.
talebe:
talep eden, öğrenci.
tefekkür:
mantık kaidelerine
uygun bir şekilde düşünme,
fikir geliştirme.
temîn:
elde etme.
tensib-i fazılâne:
ilim, irfan
sahibinin uygun bulması.
tensip:
uygun görme, müna-
sip kılma, uygun bulma.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra,
ölçü ve münasebetler içeri-
sinde birbirine denk gelme.
umum:
herkes.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
1.
Allah'ın adıyla.
2.
Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp tesbih etmesin. (İsra Suresi: 44.)
3.
Allah'ın selâmı, rahmeti ve berekâtı üzerinize olsun.
| 164 | BARLA LÂHİKASI