İşte o risaleler ki, her biri başlı başına menbaları ve
mecraları ayrı ve fakat bir bahr-i muhit-i ummana dökü-
len nehirler gibidir. Sonsuz olan bu nehirlerin, hangisine
varsa nasıl doyuncaya kadar su içmez? El ve yüzlerini te-
mizlemek isteyenler, nasıl oluyor da bu enhardan istifade
etmez? Veyahut arazilerini iska için, cetveller yaparak
hangi tarafa götürülse, azîm cemaatler nasıl tefeyyüz et-
mez?
Bu enharda öyle azîm şifalar var ki, hastalar içse, her
türlü devayı içinde bulurlar. Yaralılar içse, bin türlü ya-
ralarına merhem bulurlar. İhtiyarlar içse, hayat-ı ebediye-
nin civanmert gençlerinden olurlar. Tazeler içse, saadet-i
dareyni bir anda elde ederler.
Risaleleri okuyanlar, sevgili Üstadım! Sizin ne büyük
ve âlî bir kalbe malik bulunduğunuzu teslim için bilmem
tefekküre ihtiyaç var mı?
Bunca zamandan beri “Kur’ân-ı Azîmüşşan’ın dellâlı-
yım ve bu kudsî vazifemi hiçbir şeye değişmem” diye va-
ki olan ilânatınıza, bir kat daha kuvvet veren, bu kerreki
neşir buyurduğunuz Yirmi Dokuzuncu Mektubun Sekizin-
ci Kısmının sekiz sahifelik olan Sekizinci Remzi ne güzel
gösteriyor ve bu gösterilen hakikatlere meftun olmamak
mümkün mü?
Ah Sevgili Üstadım!
Lisan ve kalemim müsait olsa,
her bir risale için lâyık oldukları şekilde methiyeler yapıp
takdim etsem. Heyhat, her şeyde olduğu gibi, bu husus-
ta da ben fakirim.
BARLA LÂHİKASI | 163 |
saadet-i dâreyn:
iki cihan saade-
ti, dünya ve ahiret mutluluğu.
şifa:
deva, ilaç.
takdim:
arz etme, sunma.
tefekkür:
bir mesele hakkında
zihni faaliyet gösterme, düşün-
me, fikir üretme, zihni yorma.
tefeyyüz:
feyizlenme.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
vâki:
olmuş, meydana gelmiş.
vazife:
dinî mükellefiyet, yüküm-
lülük.
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
arazî:
yerler, topraklar.
azîm:
çok, fazla.
bahr-i muhit-i umman:
ok-
yanus.
cemaat:
topluluk.
cetvel:
su kanalı, kanal.
civanmert:
sözünde sağlam,
iyilik sever, kahraman.
dellâl:
ilân edici; hakka davet
eden.
deva:
ilaç, çare.
enhar:
ırmaklar, çaylar, nehir-
ler.
hakikat:
gerçek, doğru.
hayat-ı ebediye:
ebedî ve
sonsuz hayat, ahiret hayatı.
Heyhat:
yazık, çok yazık, ne
yazık.
ilânât:
ilânlar.
iska:
su verme, sulama, su-
varma.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.
kerre:
kere, defa, kez, sefer.
kudsî:
mukaddes, yüce.
Kur’ân-ı Azîmüşşan:
şanlı
Kur’ân.
lisan:
konuşma dili.
malik:
sahip.
mecra:
bir işin gidiş, oluş yo-
lu, oluş şekli.
meftun:
tutkun, müptela, aşı-
rı bağlanmış.
menba:
kaynak.
merhem:
ilaç; acıyı, kederi
teskin eden şey.
methiye:
birini övmek mak-
sadıyla yazılmış yazı.
müsait:
uygun, münasip.
neşir:
kitap, gazete vs. bastı-
rıp çıkarma.
remz:
işaret, işaretle anlatma,
isteğini işaretle ifade etme.
risale:
mecmua, dergi.