senelerle emek sarfıyla cem edilmiş, toparlanmış, tefsir
kavaidine siyak ve sibak-ı kelâm gözetilerek, muhteme-
len bazı yerlerinde kesret-i istimal sebebiyle hah nâhah
nazar-ı dikkate çarpan tevafuk ve müvazenete de ankas-
din ihtimam edilerek, emniyetle vücuda getirilmiş olan bir
tefsir ile, doğrudan doğruya hazain-i mukaddese-i Kur’â-
niyeden, bu asır insanlarına, Müslümanlarına göre nebe-
an, feveran ve lemaan eden nurlu âsârdaki gaybî muva-
fakat, muvazenet kıyas edilebilir mi? Asla...
Hatimedeki Ahmed Galib Bey’in fıkrası hoştur. Bu fık-
ranın Hazret-i Kur’ân’a ve mahzen-i esrar-ı İlâhiyenin bir
nevi nurlu reşahatı ve lemaatı olan
Sözler
’e nispeti, gü-
zelliğini arttırmıştır. Allah bu gibi kardeşlerimizin adedini
çok arttırsın. Ve cümlesini, bu meyanda bu fakir-i pürtak-
siri de muvaffakun bilhayr buyursun, âmin...
Yirmi Dokuzuncu Mektubun İkinci Kısmı, Kur’ân’ın
has dürbünüyle bakılmak suretiyle, ramazanın hik-
metlerinden dokuzu mükemmelen ve emsalsiz tarzda be-
yan buyurulmuştur. Allah sevgili Üstadımızdan razı olsun.
Bu sene burada ramazan-ı şerife riayet, evvelki seneler-
den zahiren ziyade idi. Gönül arzu ederdi, keşke bu âlî
eser, bu ramazandan evvel elimize geçmiş olaydı. Sey-
yidü’r-rusül, Nurü’l-vücud Efendimiz Hazretleri Sallâllâhü
Aleyhi Vesellem
(1)
o
án
ë«°/
üs
ædG o
øj/
q
ódn
G
buyurdukları malûm-i
fazılaneleridir. İşte bu sebeple azlığından müteessir
olduğum buradaki cemaatimize, tam vaktinde okumak
suretiyle bu emr-i celîl-i Nebevîyi de, yerine getirmiş
olurduk. Fakat bu şereften mahrumiyetimiz, maddî
BARLA LÂHİKASI | 149 |
terme.
kavaid:
kaideler, usuller, kurallar,
prensipler.
kesret:
çokluk.
kıyas:
karşılaştırma, oranlama.
lemeân:
parlama, parıldama.
lemeat:
lem’alar, parıltılar, parla-
yışlar.
mahrumiyet:
mahrumluk, diledi-
ğini, istediğini elde edememe, na-
sipsizlik, hissesizlik.
mahzen:
kaynak, hazine ve defi-
ne deposu.
malûm-i fazılâne:
üstün kişinin
bildiği gibi.
meyan:
orta, ara, miyan.
muhtemel:
ihtimal dahilinde,
olabilir.
mükemmelen:
mükemmel ola-
rak, mükemmel bir şekilde, ku-
sursuz olarak.
müteessir:
teessüre kapılan, hü-
zünlü, kederli, mahzun.
muvafakat:
müsaade etme, ka-
bul etme.
muvaffak:
beceren, neticeye va-
ran, sonuç alan.
muvazenet:
denge.
nâhâh:
istemeyerek, zoraki.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bakma,
dikkatli bakış.
nebean:
kaynayarak.
nevi:
çeşit.
nurlu:
ışıklı, parıltılı.
nuru’l-vücut:
varlık nuru, varlığın
ışığı.
razı:
rıza gösteren, hoşnut olan.
reşahat:
damlalar, sızıntılar, ser-
pintiler.
riayet:
uyma, tâbi olma.
Sallâllâhü Aleyhi Vesselâm:
Al-
lah ona salât ve selâm eylesin.
Hz. Peygamberimiz için rahmet
duası.
sarf:
harcama.
şeref:
onur, haysiyet.
seyyidü’r-rusül:
peygamberlerin
efendisi, reisi.
sibak-ı kelâm:
sözün öncesi.
siyak:
sözün gelişi, ifade şekli ve
tarzı.
tarz:
biçim, şekil.
tefsîr:
açıklama, izah.
tevafuk:
uyma, uygunluk, birbiri-
ne denk gelme.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
vücut:
ten.
zahir:
görünüşe göre, görünüş iti-
bariyle.
ziyade:
fazla, fazlasıyla.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun,
kabul eyle!” anlamında dua-
nın sonunda söylenir.
asar:
eserler.
beyan:
açıklama, bildirme,
izah.
bilhayr:
uğurlu olarak, hayır-
la.
cem:
toplama, biriktirme.
cemaat:
topluluk.
dürbün:
uzak gören, uzağı
gösteren.
emek:
zahmet, sıkıntı, çaba,
gayret.
emniyet:
inanma, güvenme.
emr-i celîl-i nebevî:
peygam-
ber efendimizin büyük emri.
emsalsiz:
benzersiz.
eser:
basılma kitap.
evvel:
önce, ilk, birinci, iptida,
başlangıç.
fakir-i pür taksir:
çok kaba-
hatli bir fakir, çok suçlu bir fa-
kir.
feveran:
kaynama, fışkırma.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
gaybî:
görünmeyen.
hâh:
isteyen, ister; dileyen,
diler.
hatime:
son, nihayet, bitiş.
hazain:
hazineler.
hazain-i mukaddese:
kutsal
hazineler.
hikmet:
İlahî gaye, gizli se-
bep, fayda.
ihtimam:
dikkat ve özen gös-
1.
Din nasihattir. (Buharî, İman: 42; Müslim, İman: 95; Ebu Davud, Edeb: 59.)