taze hayat bahşedildi. Gücenmeye, hiçbir cihetle hakkı-
mız yok. Vazifemiz olan duaya devam ve teşekkür borç-
luyuz," cevab-ı hakgûyânesini ruhumdan aldım.
Hafız Sabri
ì®í
Œ
89
œ
[Hulûsî Bey’in fıkrasıdır.]
Eyyühe’l-Üstadü’l-Muhterem!
Bu kere Yirmi Dokuzuncu Mektubun Dört ilâ Doku-
zuncu Nüktelerini havi mübarek mektubunuzu Yirmi Se-
kizinci Mektubun Yedinci Meselesinin sırr-ı azîm-i inayet
beyanındaki hatimesi namını verdiğiniz ve mu’ciznüma
ramazanın hikmetlerini beyan eden Yirmi Dokuzuncu
Mektubun İkinci Kısmını ve münevver hatem-i i’cazı ke-
mal-i şükranla aldım. İştiyakla, lezzetle, zevk-i manevî ile
defaatle okudum. Fakat iki haftaya yakındır ki, cevap ya-
zamadım. İşte bu mübarek Cuma günü, hem nurlardan
aldığım feyizleri, tesellileri, hem kalbî teessüratımı, icma-
len arz maksadıyla, bu varak-pareyi tahrire lütf-i Hak’la
başladım.
Evvelen, Yirmi Dokuzuncu Mektubun altı nüktesiyle
Kur’ân’ın hakikî tercümesi kabil olmadığını, imandan zer-
re kadar nasibi olana, Yirmi Beşinci Sözdeki bürhanlara
zeylen ispat ediyor. Ve şear-i İslâmiyeyi gayet güzel bir
arz:
söyleme, ifade etme.
bahş:
bağış, ihsan, verme.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
cevab-ı hakgûyâne:
hakkı söyle-
yen cevap verircesine, gerçeği
bildiren cevap verircesine.
cihet:
yön, sebep, vesile.
defaat:
kereler, defalar, kezler,
yollar.
defaatle:
defalarca.
estağfirullah:
Allah’tan kusuru-
mun örtülmesini dilerim, Allah
(c.c) kusurumu affetsin, mağfiret
etsin” anlamında dua.
evvelen:
evvelâ, birinci, ilk ola-
rak.
eyyühe’l-üstadü’l-muhterem:
ey saygıdeğer üstadım.
feyiz:
ilim, irfan.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
hakikî:
doğru, gerçekten.
hatime:
son söz.
hâvî:
içine alan, kapsayan, kuşa-
tan.
hikmet:
kâinattaki ve yaratılışta-
ki İlâhî gaye.
icmalen:
kısaltarak, kısaca, özet-
le.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
İştiyak:
aşırı isteme, çok fazla
arzu etme.
kabil:
olan, olabilir, mümkün,
ihtimal dairesinde.
kalbî:
kalble ilgili, kalbe ait.
lehülhamd:
hamd Allah’a dır.
lütfu hak:
hakkın lütfu, Al-
lah’ın bağışı.
mesele:
konu.
mübarek:
hayırlı, mutlu, kut-
lu, uğurlu.
münevver:
ışıklı, parlak, ay-
dın.
nam:
ad, isim.
nasip:
hisse, pay, kısmet.
nükte:
ince manalı, düşündü-
rücü söz.
nümâ:
gösteren, bildiren.
pâre:
parça.
sadhazar:
yüz bin.
sırr-ı azîm:
büyük sır.
sırr-ı azîm-i inayet:
inayetin
büyük sırrı. ilâhi yardımın bü-
yük sırrı.
tahrir:
yazma, yazı; deftere
geçirme kitabet, kompozis-
yon, kaydetme.
teessürat:
teessürler, keder-
ler, elemler, acılar.
teselli:
avutma, acısını dindir-
me.
varak:
defter veya kitap yap-
rağı.
varak-pâre:
yaprak parçası,
kâğıt yaprağı parçası.
Vazife:
dinî mükellefiyet, yü-
kümlülük.
üstadü’l-muhterem:
saygı-
değer üstad.
zerre:
en küçük parça, mole-
kül, atom.
zevk-i mânevî:
mânevî zevk,
lezzet.
zevk-i manevî:
manevî zevk,
manevî lezzet, tat.
| 146 | BARLA LÂHİKASI