telkinleriniz sayesinde mündefi oluyor. Dinsiz milletler pa-
yidar olamayacağı ve hatta insaniyeti bile öğrenemeden
dünyadan gelip geçeceklerini pek makul ve mantıkî delil-
lerle ispat ettin. Eserlerin ruhun gibi ulvî ve ihatalı.
Sevgili Üstadım!
Müsterih olmalısınız ki, sizin sa’yi-
niz beyhude değildir. Lâyemut risalelerin ilelebet kıymetli
ellerde gezecek. Bugünkü dinsizlere haddini bildirecek.
Ve belki iman dahi bahşedecek. Zaten sizin talebiniz bu
değil mi? Emeliniz, gayeniz, iman dairesinde ikaz ve ir-
şad hedeflerine yetişmek değil mi? Felsefe mezbelelerin-
de nâlân, sürünen edepsizler elbette hakikî edebi ve ede-
biyatı sizin eserlerinizde bulacaklarına asla şüphe yoktur
ki, böyle olacak. Siz de artık muhterem Üstad, muhtaç
olan koca bir millete tarif ve mikyas kabul etmez bir hiz-
meti ifa etmiş bulunuyorsunuz. Bu millet, bu toprak, bu
vatan hiçbir zaman size olan borçlarını ödeyemezler. Di-
lerim ki, bu azîm, kudsî hizmetinizin mükâfatını Cenab-ı
Hak size pek lâyık bir tarzda ihsan etsin. Dünya ve ahi-
rette sizden ve bizim gibi âciz ve kusurlu hizmetçilerinden
razı olsun, âmin.
Lütfi’nin Arkadaşı Zeki
ì®í
âciz:
eli yetmez, gücü yetmez,
güçsüz.
ahiret:
öbür dünya, ikinci hayat.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun, ka-
bul eyle!” anlamında duanın so-
nunda söylenir.
âsâr:
eserler, izler, nişanlar.
azîm:
büyük, yüce.
bahş:
bağış, ihsan, verme.
beyhude:
boşuna, faydasız.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, burhan.
edebî:
terbiye ve nezaketle ilgili.
edebiyat:
nazımlı, nesirli güzel
sözler.
emel:
şiddet arzu, ümit.
felsefe:
bir şeyin nazarî yönü.
had:
kapasite, sınır, hudut.
ifa:
bir işi yapma, bir işi gerçek-
leştirme.
ihatalı:
kuşatıcı.
ihsan:
bağışlama, ikram etme, lü-
tuf.
ikaz:
uyarı.
iman:
inanma, inanç, itikat, tas-
dik.
insaniyet:
insanlık, insanlık mahi-
yeti.
irşat:
doğru yolu gösterme,
gafletten uyandırma.
ispat:
sağlamlaştırma, sağlam
ve dayanıklı hâle getirme.
kudsî:
mukaddes, yüce.
lâyemut:
ölümsüz, sonu ol-
mayan, hayatı sona ermez.
makul:
akla yakın, akla uy-
gun, aklın kabul edeceği.
mantıkî:
akla ve mantık ka-
idelerine uygun, mantıklı.
mezbele:
süprüntü yeri, süp-
rüntülük, süprüntü dökülen
yer, çöplük.
mikyas:
nispet, derece, ölçü.
muhterem:
saygı değer, hür-
mete layık, saygın.
mükâfat:
ödül.
mündefi:
def edilmiş, atlatıl-
mış, savuşturulmuş, savul-
muş.
müsterih:
rahat, emin.
müthiş:
dehşet veren, ürkü-
ten, korkutan, dehşetli, kor-
kunç.
nalân:
inleyen, inleyici, feryat
eden.
payidar:
iyice yerleşmiş, sü-
rekli, kalıcı, sabit, kaim, de-
vamlı.
razı:
rıza gösteren, hoşnut
olan.
sa’y:
iş, çalışma, çabalama.
sarhoşluk:
kendinden geç-
mişlik.
talep:
istek, dilek.
tarz:
biçim, şekil.
telkin:
fikir aşılama, zihinde
yer ettirme.
ulvî:
yüksek, yüce.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
| 138 | BARLA LÂHİKASI