Evet şu hakikati da itiraf etmek lâzım ki, bir mücevhe-
rat hazinesi ne kadar zengin ve ne kadar yüksek bir ser-
vete malik olursa olsun, bâyii, dellâlı, usul-i bey’uşirâya
aşina olmazsa, zilyet bulunduğu kıymettar hazinenin müş-
temil ve muhtevi bulunduğu emtiayı, lâyıkıyla âleme ilân
ve enzar-ı ammeye vaz edemez. Binanaleyh şu devri mü-
şevveşde, hakaik-ı Kur’âniye’nin hakkıyla bey’uşirâsını ya-
pan dellâl-ı Kur’ân’ın değil altı senedir, belki kırk sene-
den beri ehl-i İslâm’a hitaben:
(1)
m
º«/
dn
G m
ÜGn
òn
Y r
øp
e r
ºo
µ«/
ér
æo
J m
In
QÉn
ép
J '
¤n
Y r
ºo
µ`t
`do
On
G r
?n
g Gƒo
æn
e'
G n
øj/
òs
dG Én
¡ t
`jn
G BÉn
j
ferman-ı Rabbanîsi nida etmeleri, bilumum envar-ı ima-
niyeye muhtaç ümmet-i Muhammed’i medyun-i şükran
eylemiş ve eylemektedir.
Sabri
ì®í
Œ
86
œ
[Sabri’nin fıkrası]
Eyyühe’l-Üstadü’l-Muhterem!
Bu kere Yirmi Yedinci Mektubun İkinci Zeylini, Yirmi
Sekizinci Mektubun Beşinci, Altıncı Meselelerini bilistin-
sah asıl maassuret takdim ediyorum. Bendeleri Yirmi Ye-
dinci Mektubun telif ve tesis ve tertibinde, çok mühim bir
isabet hissediyorum ki, bu mektubun telifindeki gaye,
kat’iyen mektup sahiplerini ilân ve teşhir olmadığı, belki
BARLA LÂHİKASI | 141 |
teşekkür borçlu.
mesele:
konu.
mücevherat:
mücevherler.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
muhtevî:
ihtiva eden, içine alan,
içinde bulunduran, kapsayan.
müşevveş:
teşevvüşe uğramış,
düzensiz, karmakarışık.
müştemil:
şümulüne alan, içine
alan.
nida:
ses, seslenme, çağırma.
şira:
alma, satın alma.
suret:
biçim, görünüş, kılık, kıya-
fet.
takdim:
arz etme, sunma.
telif:
kitap yazma, eser ortaya
koyma.
tertip:
dizme, sıralama, düzene
koyma.
teşhir:
gösterme, sergileme.
tesis:
kurma, meydana getirme.
usul-i bey’uşirâ:
alış veriş usülü,
kuralı.
ümmet-i Muhammed:
müslü-
manlar.
üstadü’l-muhterem
: saygıdeğer
üstad.
vaz:
belirtme.
zeyil:
ek, ilâve.
zilyet:
ele geçirme, elde bulun-
durma.
aşina:
bildik, tanıdık.
bâyi:
satıcı.
bende:
bağlı.
bey’uşirâ:
alışveriş
bilumum:
bütün, tamamı,
hep, genel olarak.
dellâl:
ilân edici; hakka davet
eden.
dellâl-ı Kur’ân:
Kur’ân’ı ilân
eden, tanıtan, hizmet eden.
ehl-i İslâm:
İslâm topluluğu,
Müslümanlar.
emtia:
satılacak şeyler, mal-
lar.
envar-ı imaniye:
iman nurla-
rı, imana ait parıltılar.
ferman-ı Rabbanî:
her şeyi
terbiye ve idare eden Allah’ın
emri, buyruğu.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
hakikat:
gerçek, doğru.
hazine:
para, altın gibi kıy-
metli şeylerin saklandığı sağ-
lam yer.
hitap:
söz söyleme, topluluğa
veya birisine karşı konuşma.
ilân:
yayma, duyurma, bildir-
me.
kat’î:
kesin, şüpheye ve te-
reddüde mahal bırakmayan.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
malik:
sahip.
medyun-i şükran:
şükran,
1.
Ey iman edenler! pek acı bir azaptan kurtaracak kârlı bir ticareti size göstereyim mi? (Saf
Suresi: 10.)