onların kafalarına hakikat tokmaklarını vurmakta ve di-
ğer taraftan onların kalblerini pek parlak feyizleriyle dol-
durmaktadır.
On sekiz bin değil, sevgili Üstadın buyurdukları gibi yir-
mi sekiz bin âleme bakan o büyük Furkan-ı İlâhînin, bu-
günkü asırdan başka gelecek asırlara da bakan vecihleri-
nin bazı mühim noktalarına işaret edilmesi ve lâfzullah
üzerinde vaki tevafukatın göze çarpacak ve nazarı celp
edecek şekle ifrağ edilmesi ve bazı kelimelerde görünen
mâniler tevafukatın güzellikleriyle meydana çıkarılması
hakkında vaki Üstadımın fikirlerine haddim olmayarak yi-
ne Üstadımdan aldığım kuvvet ve cesaret ile iştirak edi-
yorum. Ve böyle bir Kur’ân-ı Kerîm’in yazılması hakkın-
da vaki olacak her fedakârlığa hazır olduğumu, utanarak,
baştan ayağa kadar beni istilâ eden bu sürurun verdiği
hâlet-i ruhiye üzerine arz ediyor ve ayrıca diyorum ki:
Sevgili Üstadıma istenilen şekilde kendi elimle yazılmış
bir Kur’ân-ı Kerîm’i yazıp takdim etmeyi çok arzu ediyo-
rum. Fakat meselenin müstaceliyetini düşünemiyordum.
Ve bir de diğer kardeşlerimin bu şereften mahrumiyetidir
ki, bu fikrimin ve bu arzumun kabulünde ısrar ede-
miyorum. Evet sevgili Üstadım! İnşaallah zaman takarrüp
etmiştir. İnşaallah mev’ud vakte biz de erişmiş bulu-
nuyoruz. Artık sebep Selef-i Salihînin Kur’ân’a haşiye
olarak bir şey ilâve edilmemesi hakkındaki kararlarının,
zamanlarına ait bulunması ve ulema-i müteahhirînin
müsaadeleri de Arabcanın tahsili cihetine gidilmediğinden
ileri geldiği kanaatini taşıyarak, Arabcanın okumak ve
BARLA LÂHİKASI | 135 |
Müslümanlar.
şeref:
övünülecek, iftihar edile-
cek şey.
sürur:
sevinç, mutluluk.
tahsil:
ilim öğrenme, bilgi edin-
me, öğrenim.
takarrüp:
zamanın gelmesi, vakti
yakın olma.
takdim:
arz etme, sunma.
tevafukat:
uygunluk.
ulema-i müteahhirîn:
son za-
manlarda yetişen büyük âlimler.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
vâki:
ilham, müşahede, keramet.
vecih:
cihet, yön.
âlem:
varlık sınıflarından her
biri.
arz:
söyleme, ifade etme.
celp:
çekme, çekiş, kendine
çekmek.
cihet:
yan, yön, taraf.
fedakâr:
kendini veya şahsî
menfaatlerini hiçe sayan, fe-
da eden.
feyiz:
ilim, irfan.
Furkan-ı İlâhî:
ilâhi kitap,
Kur’ân-ı Kerîm.
hakikat:
gerçek, doğru.
hâlet-i ruhiye:
insanın ruh
hâli, psikolojik durum, insanın
manevî hâli, iç durumu.
haşiye:
bir eserin metnini
şerh ve izah eden kitap.
ifrağ:
bir hâlden başka bir ha-
le sokma, çevirme.
İnşaallah:
‘Allah izin verirse’
manasında kullanılan bir dua.
istilâ:
ele geçirme, kaplama,
yayılma.
iştirak:
katılma.
kanaat:
görüş, fikir.
lâfzullah:
Allah lâfzı.
mahrumiyet:
mahrumluk, di-
lediğini, istediğini elde ede-
meme, nasipsizlik, hissesizlik.
mâni:
manalar.
mesele:
ehemmiyetli, önemli
iş.
mev’ûd:
zamanı belirtilmiş,
vadeli.
mühim:
önemli, ehemmiyet-
li.
müsaade:
izin, icazet, ruhsat.
müsta’celiyet:
âcil olma hâli.
nazar:
düşünme, fikir, mülâ-
haza, niyet.
selef-i salihîn:
Ehl-i Sünnet
ve Cemaatin ilk rehberleri ve
Ashap ile Tabiînin ileri gelen-
leri ile Tebe-i Tâbiînden olan