görüp idrak ederken mümkün mü ki, o ulu pınarın billû-
rî sularıyla elimi yüzümü yıkamayayım, kalbimi parlatmak
için isti’cal göstermeyeyim. Cenab-ı Hakkın azîm bir lüt-
fu ki, temin-i maişetim için çalıştığım zamanlar arasında
kıymettar risaleleri yazmak için vakit bulabiliyorum. Bu
fırsatları kaçırmak istemediğim içindir ki, acele ediyorum.
İsti’calimin en büyük sebebi muhtaç bulunduğum teselli-
yetkâr nurları o Risalelerde buluyorum. Nasıl ki, içerisin-
de tevakkuf imkânı olmayan tünellerden haris kumpan-
yalar fazla seyr ü sefer etmekle iftihar ederler. Talebeniz
de, keza, o cihan kıymet risaleleri ne kadar fazla okur ya-
zarsam, o kadar istifade-bahş ve müftehir olacağım.
On Altıncı Mektubu serâpâ okudum. Her türlü meza-
him ve meşakkate karşı gösterdiğiniz sabır ve tevekküle
meftun oldum. O
Sözler
’i okudukça, bütün mevcudiye-
tim bir ıssızlık içinde parlayacak zannettim. Tehacüm-i ız-
tırap için hep güler yüzlü, güzel yüzlü sabırlar temenni et-
tim.
Yirmi Üçüncü Söz, derinden gelen bir sayha gibi insa-
niyete bağıran ve insanlara insanlıklarını ihtar eden ve en
âlî makamlara sahip olmak yollarını gösteren ve karileri-
ni tekâmüle sevk eden ve meşru aşklar doğuran ölmez bir
teselli hatırasıdır. Sözü uzatmaya başladım. Yirmi Üçün-
cü Sözü lâyıkıyla takdirden âcizim. Çünkü o, bir teselli ve
saadet mayesidir.
Ahmed Zekâi
ì®í
âciz:
gücü yetmez, zavallı.
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
azîm:
büyük.
billûrî:
kristal gibi.
cihan kıymet:
dünyaya değer.
idrak:
akıl erdirme, anlama, kav-
rama kabiliyeti.
iftihar:
gurur, övünme.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
insaniyet:
insanlık, bütün insan-
lar.
isti’cal:
sabırsızlanma.
isti’cal:
sonraya bırakılmasını is-
teme, tehirini isteme.
istifade-bahş:
fayda veren.
kàri:
okuyucu, okuyan.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kıymet:
değer.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
kumpanya:
cemaat, zümre; ta-
kım.
lütuf:
güzellik, hoşluk, iyilik, ih-
san.
makam:
manevî mevki.
mâye:
maya, temel, esas, öz.
meftun:
tutkun, müptela, aşı-
rı bağlanmış.
meşakkat:
zahmet verici iş.
meşru:
şeriata uygun, şeria-
tın müsaade ettiği şey.
mevcudiyet:
mevcut olma,
varlık.
mezahim:
eziyetler, sıkıntılar,
zahmetler, zorluklar, belâlar.
müftehir:
iftihar eden, övü-
nen.
pınar:
çeşme, kaynak.
saadet:
mutluluk.
sabır:
dayanma, katlanma,
zorluklara dayanma gücü.
sayha:
çağrı, çığlık, feryat.
serapa:
tamamen, bütünüy-
le.
sevk:
ulaştırma, yöneltme.
seyrüsefer:
gezip dolaşmak.
takdir:
beğenme, beğendiğini
belirtme.
talebe:
öğrenci.
tehacüm-ü ıztırap:
üzücü
şeylerin insanın başına üşüş-
mesi, hücum etmesi.
tekâmül:
kemal bulma, ke-
male erme, olgunlaşma.
temenni:
olmasını veya ol-
mamasını isteme; dilek, istek,
arzu.
temin-i maişet:
geçim temini
sağlamak.
teselli:
avutma, acısını dindir-
me.
teselliyetkâr:
teselli verici.
tevakkuf:
duraklama, durma.
tevekkül:
Allah’a dayanma
ve güvenme, gücünün yet-
mediği yerde Allah’tan bekle-
me.
tünel:
çevresi kapalı yol.
| 128 | BARLA LÂHİKASI