konuşabilirler. Her bir Sözü, şahsımdan değil, belki
Kur’ân’ın bir dellâlından sana bir mektuptur ve eczaha-
ne-i kudsiye-i Kur’âniyeden birer reçetedir farz et. Gay-
bubet içinde hazırâne bir musahabe dairesini onlar ile aç.
Hem arzu ettiğin vakit bana mektup yaz. Ben cevap yaz-
masam da gücenme. Çünkü, eskiden beri mektupları pek
az yazarım. Hatta üç senedir kardeşimin, çok mektupla-
rına karşı bir tek yazdım.
Said Nursî
ì®í
Œ
69
œ
[Sabri’nin fıkrasıdır.]
Eyyühe’l-Üstadü’l-A’zam!
Bilhassa dest ve dâmen-i mübareklerinizi bus edip, her
an ve zaman muhtaç bulunduğum daavat-ı Üstadâneleri-
ni niyaz eylerim. Bir hafta evvel Süleyman Efendi Karde-
şim vasıtasıyla irsal buyurulan enva-ı iltifatı şamil lütufna-
me-i ekremilerini, kemal-i hasretle alarak müftehiretle
okudum. Bir fıkrasında tevafukat-ı gaybiye hakkındaki ka-
naat-ı âcizânem sual buyuruluyor. (Neam, sadakte Eyyü-
he’l-Üstadü’l-Muhterem) kelimeleriyle icabet ediyorum.
Zira, şu tevavukat-ı gaybiye-i acibe, bilumum bahr-i mu-
hit-i nurun talebelerini ve hatta talebelerin cemaat-i müs-
temialarını mest ve hayran ve medyun-i secde-i şükran
bırakmıştır. Nurların şu mu’ciznüma kerametlerini, ancak
ve ancak Mir’at-ı Muhammediye (
ASM
) ile müşahede ede-
biliriz. Bu hakikatin diğer bir marifeti olan:
bahr-i muhit-i nur:
geniş nur ok-
yanusu.
bilhassa:
her şeyden önce, başta,
hele, en çok, hususen, hususî ola-
rak, özellikle, mahsus.
bilumum:
bütün, tamamı, hep,
genel olarak.
bûs:
öpme, öpüş, öpücük. öpen.
daavat-ı Üstadâne:
üstadımın
duaları.
dâmen-i mübarek:
uğurlu ayak.
dellâl:
ilân edici; hakka davet
eden.
dest:
el.
eczahane-i kudsiye:
mukaddes
ve yüce olan eczahane.
enva-ı iltifat:
çeşitli iltifatlar.
evvel:
önce.
eyyühe’l üstadü’l-a’zam:
en bü-
yük üstad.
eyyühe’l üstadü’l-muhterem:
ey saygıdeğer üstad.
farz:
kabul.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
gaybubet:
kaybolma, yokluk, göz
önünde olmayış, hazırda olmayıp,
başka yerde olma.
hazırâne:
hazırcasına, hazır bir
şekilde.
icabet:
kabul etme, kabul edilme.
irsal:
göndermek gönderilmek,
yollamak.
kanaat-i âcizâne:
bu âcizin
fikri, kanaati.
kemal-i hasret:
tam bir has-
ret, özlem.
keramet:
ermişçesine yapı-
lan iş, hareket veya söylenen
söz, fikir.
lütufname-i ekrem:
kerem
sahibinin lütufları, bağışları.
medyun-i secde-i şükran:
şükür secdesi, şükretmek
maksadıyla yapılan secdeyi
borç bilmek.
mest:
keyifle kendinden geç-
miş, sarhoş, esrik.
mir’at-ı Muhammediye:
Hz.
Muhammed’in aynası.
mu’ciznüma:
mu’cizeli,
mu’cize gösteren.
musâhabe:
sohbet etme,
söyleşme, görüşme.
müftehir:
iftihar eden, övü-
nen.
neam:
Pek güzel, hay hay,
evet, öyledir.
niyaz:
rica, dua.
reçete:
bir ilâcın tarifesi veya
formülü.
sadakte:
doğru söyledin, sa-
dıksın. manasında karşıdaki
kişiye söylenen söz.
sual:
soru.
şamil:
içine alan, kapsayıcı.
talebe:
öğrenci.
tevafukat-ı gaybiye-i acibe:
gaybî ve manevî bir inayetle
yapılan, hizmetlere akseden
yardımlar, görülen kolaylık-
larla ilgili acayip haller.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
vasıta:
aracı.
vicdan:
his, duygu.
| 120 | BARLA LÂHİKASI