maziyi hâl yerine koyarak, derin manalı, şirin sohbetinizi
bir kere daha şevkle dinlemiş oldum. Zaten ben o vakit-
lerin mazide kalmasına razı değilim. Her vakit hâl gibi
mütalâa ediyorum. Mazi, hâl, müstakbel: Bunlar da itiba-
rî birer taksim değil mi? Ehl-i zevk için bu taksime ihtiyaç
kalmıyor.
S
AL
İ
SEN
:
Yirmi Sekizinci Mektubun Sekiz Meselesinden
Birincisi
, bana ait rüya hakkında kıymetli bir ders ver-
miş.
(1)
Ék
JÉn
Ñ°o
S r
ºo
µ`n
er
ƒn
f Én
æ`r
?n
©n
Ln
h
ayetine güzel bir tefsir, niha-
yet manası zahir olmuş rüyaya hoş bir tabir olmuştur.
Nevme ait ayeti pek âlî ve münasip bir surette tefsiriniz-
le, başta herkesten ziyade muhtaç Hulûsî’niz olduğu hâl-
de, bütün Risale-i Nur ve mektubatü’n-Nur müstemileri-
ne ve karilerine faydalı, zevkli, esaslı, ciddî, veciz ve beliğ
bir ders daha vermiş oldunuz.
Şuraya bir işaret etmek isterim: Kur’ân’ın kerametine
bir nokta, bir zerre daha ilâve ediyorum. Gerek Eğirdir’-
de, gerek burada bazen zihnime bir şey gelir ve kendisiy-
le hayli meşgul ettirir. Hemen ilk mektubunuzda benim
zihnimi işgal eden bu şeyin cevabını bulurum.
(HAŞİYE)
Bu
birde, beşte kalmadı, çok taaddüt etti. Onun için diyorum
ki; keramet-i Kur’âniyedendir.
İkinci Mesele:
Güzel ve ilmî bir ders olmakla bera-
ber bir cihet daha hatıra geliyor. Hizbüşşeytanın
HAŞİYE:
Bu keramet-i Nuriye, Hulûsî’de olduğu gibi çoklarda tezahür
etmiş ve ediyor.
ait:
bir kimse veya bir şeyle ilgili
olan.
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi,
Kur’ân’ın surelerini oluşturan İlâhî
söz.
beliğ:
belâgatla, düzgün olarak
meramını anlatan.
beraber:
birlikte bulunan, bir ara-
da.
ciddî:
mühim, önemli.
cihet:
sebep, vesile, mucip, baha-
ne.
ehil:
ihtisas sahibi.
esas:
asıl, öz.
hâl:
şimdi, şimdiki zaman.
haşiye:
dipnot.
hatıra:
akıl.
hayli:
oldukça.
hizbüşşeytan:
şeytanın takımı,
bölüğü.
ihtiyaç:
gereklilik, lüzumluluk hâ-
li, muhtaç oluş.
ilâve:
ekleme, katma.
ilmî:
ilim ile ilgili, ilme dair.
işgal:
meşgul etme, işten alıkoy-
ma, uğraştırma.
itibarî:
gerçek ve fiilî olmayan,
var sayılan, farazî olan, öyle sayı-
lan.
kari:
okuyucu, okuyan.
keramet-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın
kerameti olağan üstü hâli.
kıymet:
değer, bir şey için tespit
edilen karşılık, paha, bedel, tutar.
mana:
anlam; bir kelime, söz, ha-
reket veya işaretin ifade ettiği
anlam.
mazi:
geçmiş zaman, yaşanılan-
dan önceki zaman.
mektubatü’n-Nur: Risale-i Nur
Külliyatındaki mektuplar.
mesele:
konu.
meşgul:
uğraş, iş.
münasip:
uygun, yerinde.
müstakbel:
gelecek zaman, istik-
bal.
müstemi:
dinleyen, dinleyici,
işiten.
mütalâa:
okuma, dikkatli
okuma.
nevm:
uyku, hâb.
nihayet:
son derece.
razı:
rıza gösteren, kabul
eden, boyun eğen, muvafa-
kat eden, hoşnut olan.
rüya:
uyku sırasında görülen
şey, uyku sırasında zihinde
geçen hayaller, misalî âlem,
düş.
salisen:
üçüncü olarak.
sohbet:
görüşüp konuşma,
karşılıklı hoşça konuşma.
suret:
tarz, yol, gidiş; usul,
metot, uslûp.
şevk:
keyif, neşe, sevinç ışık,
ziya.
taaddüt:
birden çok olma,
çoğalma, sayısı artma.
tabir:
yorum, yorumlama.
taksim:
bölme, parçalara
ayırma.
tefsîr:
açıklama, tamamen
açıklama, izah.
vakit:
vakit, zaman, an.
veciz:
kısa ve özlü söz.
zahir:
açık, belli, meydanda.
zerre:
pek ufak parça, en kü-
çük parça, çok küçük parça.
zevk:
manevî haz.
zihin:
akıl.
zihin:
bilinç, dimağ.
1.
Uykunuzu bir dinlenme vasıtası kıldık. (Nebe Suresi: 9.)
| 110 | BARLA LÂHİKASI