temsillerinizi defalarca daha okumak istiyorum ki, cüz’î-
külli bir alâka hâsıl olabilsin. Yâ Rab! O ne büyük man-
tık, o ne büyük müskit beyan ve tarzı telâkki! Ah Üsta-
dım, bu mübarek dinin mübecceliyeti idrak ve ihata ve
takdirde size ve ancak size medyun-i şükranım ve min-
nettarım.
(1)
p
ÜÉn
Ñ°r
Sn
’r
G n
øp
e m
Ön
Ñ°n
ùp
d
Dinî akidelerimin azîm bir
inkılâbı var. Nur Risalelerinden aldığım dini ve insanî ve
vicdanî ve iktisadî ve ilmi dersler bana hayatta muvaffakı-
yet verecektir.
Dr. Yusuf Kemal
ì®í
Œ
62
œ
[Doktorundur.]
Tam manalarıyla mefhumlarını kavramak iktidarında o
yüksek eserlerinizi fırsat buldukça okuyorum. İrşad-ı âli-
yeleri unutulmaz ve şaheser hatıradır. Mezarıma kadar di-
ni akidelerinizin esiri ve kurbanıyım. Üstadım, sizin söz-
leriniz benim dini muhayyilemi cidden değiştirdi. Ve da-
ha sevimli bir mecraya sevk etti. Şimdi bendeniz, doktor-
ların düşündüğü gibi düşünmüyorum.
Dr. Yusuf Kemal
ì®í
akide:
iman esaslarını, imanın
kuvvetle bağlı bulunduğu temel-
leri anlatan bir terim.
azîm:
büyük.
beyan:
anlatma, açık söyleme,
bildirme, izah.
cidden:
şaka olmayarak, gerçek-
ten, ciddî olarak.
Cüz’î-küllî:
azdan-çoğa, parça-
dan-bütüne.
defa:
kat, misli.
Esir:
köle.
fırsat:
bir iş için en uygun zaman
ve hâl.
hâsıl:
üreyen, türeyen, biten.
hatıra:
anı.
idrak:
anlayış, akıl erdirme, anla-
ma, kavrama kabiliyeti.
ihata:
geniş bilgi, tam bilgi.
iktidar:
kabiliyet.
iktisâdî:
daha elverişli, daha kârlı,
daha ucuz, ekonomik.
ilmî:
ilim ile ilgili, ilme dair.
inkılâp:
bir hâlden diğer hâle geç-
me, hâl değiştirme, değişim, dö-
nüşüm.
insanî:
insanca.
Irşad-ı âlî:
yüksek irşat doğru yo-
lu değerli yüksek sözlerle göster-
mek.
kurban:
bir gaye uğrunda feda
olma.
mana:
anlam; bir kelime, söz, ha-
reket veya işaretin ifade ettiği
anlam.
mantık:
doğru düşünme, akla
uygun söz söyleme, hüküm ver-
me usul, esas ve kurallarından
bahseden ilim.
mecra:
yön.
medyun-ı şükran:
şükran, teşek-
kür borçlu.
mefhum:
bir sözün ifade etti-
ği mana, sözden çıkarılan ma-
na; konsept, kavram.
mezar:
kabir, ölünün gömül-
düğü yer, sin, makber.
minnettar:
bir iyiliğe karşı
minnet duyan.
muhayyile:
hayal etme gücü.
muvaffakıyet:
Allah’ın yardı-
mıyla başarılı olma, muvaffak
olma, başarma.
mübarek:
feyizli, bereketli.
mübecceliyet:
yücelik, ulu-
luk, azizlik.
müskit:
susturan, susturucu,
karşılığa meydan vermeyen,
konuşamayacak hâle getiren.
Rab:
yaratan, büyüten, terbi-
ye eden.
Risale:
belli bir konuda yazıl-
mış küçük kitap, broşür.
sevk:
yönlendirme.
şaheser:
fevkalâde, müthiş.
takdir:
kıymet verme, ölçme,
ölçüye vurma, değer biçme.
tarz:
usul, yol.
telâkki:
anlama, anlayış, gö-
rüş.
temsil:
benzetme.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
vicdanî:
vicdanla ilgili, vicda-
na ait, iç duygu ile ilgili, kalbî
his ile ilgili.
1.
Sebeplerden bir sebep olduğu için.
| 106 | BARLA LÂHİKASI