Barla Lâhikası - page 99

İkinci Zeyil
Ümmî, fakat allâmelerin işini gören ve esrar-ı Kur’âniye-
ye karşı Isparta’nın intibahına sebep olan, ahiret kardeşim
Adilcevazlı Bekir Ağanın Sözler hakkındaki ihtisasatıdır.
Œ
54
œ
Faziletmeap Üstadım Hazretleri!
Efendim, evvelâ arz-ı tazim ve hürmetle mübarek elle-
rinizi öperek, her an ve zaman lisanıma yakıştığı kadar
dua eder ve duanızı rica ediyorum.
Efendim, malûmunuz fakir talebeniz ve kardeşiniz ca-
hil olduğum hâlde, güneş misali olan risale-i bergüzîdele-
rinizden umum Nur Risalelerinizi okutup dinledim. Gü-
neşin nuruna sed çekilemediği gibi ve set çekilmek ihti-
mali olmadığı gibi risalelerinize de set çekilemez. Onları
istimada ruh ve kalbimi tetkik ettim; tetkikatımda ne gibi
hissetmiş ve anlamış olduğumu aradım. Baktım ki, ruh ve
kalbimde bir feyezan ve coşkunluk var ki, beni bilâihtiyâr
bir vazifeye sevk etmek için hemen “Haydi, haydi” diye
tazyikata başladı. Ben de ruhumda olan bu vakıayı takip
ederken, o Nurların irae ettiği miftahları gördüm ve gös-
terildi. Anladım ki, bu anahtarlar ile icap eden kapıları
açıp, o Nurları ehil olan kardeşlerimi –min gayr-i haddin–
arayıp bulmak vaziyeti âdeta bana emrolunup,
BARLA LÂHİKASI | 99 |
istima:
dinleme, kulak verme,
işitme.
lisan:
dil, anlaşma amacıyla kulla-
nılan sesli işaretler sistemi.
malûm:
bilinen, belli, belirsiz ol-
mayan.
miftah:
açan alet, anahtar.
min gayri haddin:
haddimin üs-
tünde, haddim olmayarak.
min:
den, den beri, den dolayı.
misal:
eş, benzer.
mübarek:
hayırlı, mutlu, kutlu,
uğurlu.
rica:
dileme, isteme.
risale:
belli bir konuda yazılmış
küçük kitap, broşür.
risale-i bergüzide:
seçkin risale,
eşsiz kitap.
ruh:
his, duygu.
set:
mâni, perde, engel, hail.
sevk:
yönlendirme.
takip:
peşinden yürüme, arkasın-
dan gitme.
talebe:
öğrenci.
tazyikat:
tazyikler, baskılar, zor-
lamalar, sıkıştırmalar.
tetkik:
dikkatle araştırma, ince-
den inceye yoklama, inceleme.
umum:
hep, bütün, cümle, her-
kes.
ümmî:
okuma yazması olmayan,
okumamış.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
vazife:
ödev, bir kimsenin yap-
mak zorunda bulunduğu iş.
vaziyet:
bir şeyin bulunduğu yer-
deki duruşu, durum, duruş.
zeyl:
ek, ilâve.
âdeta:
sanki, düpedüz, baya-
ğı, bas bayağı.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
allâme:
pek çok konuda ihti-
sas sahibi büyük bilgin, ilmî
seviyesi çok yüksek olan
âlim, üstad-ı azam.
arz-ı tazim:
büyüğe karşı bir
hürmet gösterme, saygı bil-
dirme.
bergüzide:
seçme, seçkin.
cahil:
okur yazar olmayan,
okumamış, öğrenmemiş.
ehil:
maharetli, usta, kabili-
yetli, becerikli.
Esrar-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın
sır tarzındaki sırları her zama-
na hitap eden manaları.
evvelâ:
birinci olarak, her
şeyden önce, ilk önce.
fakir:
zavallı, bîçare, âciz.
feyz:
ilerleme, olgunlaşma.
gayr:
ayrı, başka, özge, artık,
diğer.
had:
güc, ehliyet, yetki.
hâl:
durum, vaziyet, keyfiyet;
içinde bulunulan durum ve
şartların bütünü.
his:
anlama, sezme, idrak.
hürmet:
saygı.
icap:
gerekme hâli, lâzım, ge-
rekli, lüzum.
ihtimal:
olabilirlik, bir şeyin
olabilmesi mümkün olma,
gerçekleşebilirlik.
ihtisasat:
duymalar, hisset-
meler.
Ihtisasat:
özel araştırma ve
bilgi.
intibah:
uyanış, gafletten
uyanma.
irae:
gösterme, göstererek
öğretme.
1...,89,90,91,92,93,94,95,96,97,98 100,101,102,103,104,105,106,107,108,109,...720
Powered by FlippingBook