Nurlara, Hazret-i Kur’ân’a ve bu nurların izn-i Hakla na-
şiri, mübelliği, vaizi, dellâlı olan Üstadıma o andan itiba-
ren ruhumda lâyetezelzel bir muhabbet ve bir alâka ve bir
merbutiyet hâsıl olmuştur. Yüz bin kere hamd ve şükür-
ler olsun. Nurlarla alâkadar olduğum zamanlarda dünye-
vî bütün lezzetlerin fevkinde büyük bir zevk ve havassım-
da azîm bir şevk hissediyorum.
İkincisi:
Ubudiyetin iktiza ettiği ve bu Nurlardan al-
dığım derslerin delâlet ettiği vecihle bütün kusurları, tek-
mil fenalıkları nefsimden ve iyilikleri, iyi şeyleri Allah’tan
biliyorum. Nurlara ve Kur’ân’a hizmeti hasbî olarak arzu
ediyorum ve neşrine muvaffak olamadığım için mü’min-
ler hesabına çok müteessir oluyorum. Bu hâlime de şü-
kürler olsun.
Üçüncü Hâl ve Hakikî Şahsiyetim:
Bunu tarif et-
meye cidden hicap duyarım. Hemen Cenab-ı Allah’tan
dilerim; beni ve bütün kardeşlerimizi nefis ve cin ve ins
ve şeytanların mekrlerinden muhafaza eylesin ve dalâle-
te sapanlardan eylemesin, âmin.
Benim kardeşlerim,
(HAŞİYE)
Üstadımın kardeş ve ta-
lebeleri olan zatlar, şüphesiz birinci ve ikinci hâli ruhla-
rında hissederler. Öyle ise, beşerde, bilhassa mü’minler-
deki hasselerin inkişafı tahdit edilemeyeceği için tevfik-ı
Hudâ ile bir kere bu yola girenler, nefis ve şeytanlarına
bu âciz, fakir ve bîçare kadar mağlûp olmayacakları
HAŞİYE:
Sabri gibi talebelere hitap ediyor.
âciz:
zavallı, acınacak.
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, münase-
betli, bağlı.
âmin:
Allah kabul etsin.
arzu:
bir şeye karşı duyulan istek,
heves.
azîm:
büyük.
beşer:
insan, insanlık, âdemoğlu.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
bilhassa:
her şeyden önce, başta,
hele, en çok, hususen, hususî ola-
rak, özellikle, mahsus.
cidden:
şaka olmayarak, gerçek-
ten, ciddî olarak.
cin:
gözle görünmez, lâtif cisim-
lerden ibaret bir yaratık.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten ay-
rılmak, azmak, doğru yoldan ay-
rılma, azma, batıla yönelme.
dellâl:
ilân edici; hakka davet
eden.
fakir:
zavallı, bîçare, âciz.
fenâ:
kötü iyi olmayan, uygunsuz
(olan.
fevk:
üst, üst taraf, yukarı, üzeri.
hakikî:
gerçek, sahici.
hâl:
durum, vaziyet, keyfiyet;
içinde bulunulan durum ve şart-
ların bütünü.
hâli:
durumu, vaziyeti.
hamd:
teşekkür, şükran.
hasbî:
karşılıksız, Allah rızası için,
gönülden, isteyerek.
hâsıl:
peyda olan, çıkan, meyda-
na gelen, ortaya çıkan, beliren.
hasse:
duygu.
havas:
hasseler, duyular, duygu-
lar.
hesabına:
adına.
hicap:
utanma, utanma duygusu,
mahcubiyet.
iktiza:
lâzım gelme, gerekme, ih-
tiyaç hissedilme.
inkişaf:
gelişme.
ins:
insan, beşer, Âdemoğlu.
itibaren:
den beri, ...den başlaya-
rak, itibar ederek.
i
zn-i hak:
hakkın izni, Allahın izni.
kusur:
eksiklik, noksan.
lâyetezelzel:
sarsılmaz.
lezzet:
her hangi bir şey karşısın-
da duyulan zevk, haz, keyf.
mağlup:
boyun eğme, yenilme,
yenilmiş olma.
mekr:
hile, düzen, aldatma.
merbutiyet:
bağlılık, mensup
oluş, mensubiyet, eklilik.
muhabbet:
ülfet, sevgi, sevme,
dostluk.
muhafaza:
koruma, saklama, hıf-
zetme.
muvaffak:
başaran, başarmış,
başarılı.
mü’min:
iman eden, inanan.
mübelliğ:
tebliğ eden, haber ve-
ren, bildiren.
müteessir:
teessüre kapılan, his-
leriyle oynanmış, üzülmüş, hü-
zünlü, kederli, mahzun.
naşir:
eser neşreden, yayınla-
yan.
nefis:
şehvet, gazap, fazilet
gibi şeylerin kaynağı.
neşir:
yayım, yayın.
şahsiyet:
kişi, kimse.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek
ve heves.
şeytan:
Hz. Âdem’in üstünlü-
ğünün kabulü anlamında ona
secde edilmesi ile ilgili İlâhî
emre uymadığı için semadan
kovulan ve o zamandan beri
Âdem oğullarını doğru yoldan
çıkartmaktan geri durmayan
lânetlenmiş varlık, iblis.
şükür:
görülen bir iyiliğe kar-
şılık hoşnutluk, memnunluk
ve minnettarlık ifade etme,
teşekkür.
şüphe:
kuşku.
tahdit:
hudutlandırma, sınır-
lama.
talebe:
öğrenci.
tarif:
etrafıyla anlatma, anla-
tılma, etrafıyla bildirme, bildi-
rilme.
tekmil:
tam, eksiksiz, bütün.
tevfik-ı Hudâ:
Allah’ın yardı-
mı ve başarıya ulaştırması.
ubudiyet:
kulluk, kölelik, ita-
at, bağlılık, samimiyet.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
vaiz:
vaaz eden, nasihat
eden, dinî meseleler üzerinde
öğüt vererek irşat eden, iba-
det yerlerinde dinin emir ve
yasaklarını anlatarak nasihat
eden.
vecih:
yön, şekil.
zevk:
tatma, tat, lezzet, haz.
| 108 | BARLA LÂHİKASI