olan Süleyman, şimdiye kadar telif olunan mübarek Nur-
ları birer birer mütalâa ederek her birisinden ayrı ayrı ve
büyük nurlu güneş gibi ışıklar gördüm ve çok büyük isti-
fade ettim. O nurlar uhrevî yolumu irae ettiler. Allah siz-
den razı olsun. Ahiret yolunda bulunan çok noksanlarımı
gösterdiler, teşekküründen âcizim. O Nurları temsil ve
tasvir edecek kudreti kendimde görmediğimden, ruhumu
yoklayarak hissiyat-i kalbiyemi şöyle tasvir etmeye –min
gayr-i haddin– cür’et eyleyeceğim. Hata vaki olursa da
affımı istirham ediyorum.
Efendim, görmüş olduğum Risale-i Nur deryasındaki
lezzet ve saadetin dünyada hiç emsalini göremediğim gi-
bi, kendi vicdanî muhakemem neticesinde kat’iyen anla-
dım ki; o Risaleler her biri başlı başına ve ayrı ayrı birer
tefsir-i Kur’ân’dır. Mahlûkat içerisinde hilkaten insan şek-
linde ve hakikat noktasında insaniyetten sükût eden ve
serâpâ manevî yaralar içinde bulunan insanlara bu Nur-
ların mütalâası seri şifalı bir ilâç ve yaralarına gayet nafi
bir tiryak ve merhem olduğunu ufacık karihamla anlaya-
bildim. Bu nurların kıymetini zaman gösterecek ve diller-
de destan olarak şark ve garbı gezecek itikadındayım. Ve
inşaallah Avrupa’ya karşı dahi Kur’ân’ın ne kadar parlak
bir güneş olduğunu gösterecektir.
Tekrar ellerinizi öperek, duanızı isterim Efendim Haz-
retleri.
Talebeniz
Süleyman
ì®í
âciz:
zayıf, güçsüz.
ahiret:
öbür dünya, ikinci hayat.
cür’et:
cesaret etme, yüreklilik,
yiğitlik.
derya:
deniz.
destan:
kahramanlık olaylarını
anlatan edebî tür.
emsal:
örnekler, benzerler.
garp:
batıda bulunan yerler.
gayet:
son derece.
hakikat:
gerçek.
hilkaten:
yaratılıştan, doğuştan,
fıtraten.
hissiyat-ı kalbiye:
kalbe ait his-
ler, duygular.
insaniyet:
insanlık, insanlık mahi-
yeti.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
irae:
gösterme.
istifade:
faydalanma, yararlan-
ma.
istirham:
rica etme.
itikat:
inanç, iman.
kariha:
fikir kuvveti, düşünce ka-
biliyeti, zekâ.
kat’iyen:
hiç bir zaman, asla.
kıymet:
değer.
kudret:
güç, kuvvet, iktidar.
mahlûkat:
yaratıklar, Allah tara-
fından yaratılanlar.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
merhem:
ilaç; acıyı, kederi
teskin eden şey.
min gayr-i haddin:
haddim
olmayarak.
min:
den, den beri, den dola-
yı.
muhakeme:
akıl yürütüp
doğru netice elde edebilme,
tartma, değerlendirme, yargı-
lama.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
mütalâa:
okuma, dikkatli
okuma.
nâfî:
gideren, giderici, yok
eden, yok edici.
nurlu:
ışıklı, parıltılı.
razı:
rıza gösteren, hoşnut
olan.
Risale:
belli bir konuda yazıl-
mış küçük kitap, broşür.
ruh:
his, duygu.
saadet:
mutluluk.
serapa:
tamamen, bütünüy-
le.
seri:
çabuk, hızlı, sür’atli.
sükût:
değerden düşme, de-
ğerini yitirme; susma.
şark:
Doğuda kalan ülkeler.
talebe:
talep eden, öğrenci.
tasvir:
bir şeyi yazıyla veya
başka ifade tarzlarıyla anlat-
ma.
tefsir-i Kur’ân:
Kur’ân tefsiri,
Kur’ân’ın açıklaması.
telif:
eser yazma.
temsil:
benzetme, misal ge-
tirme.
tiryak:
en iyi çare, baş ilâç.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete
ait.
vâki:
vuku bulan, olan.
vicdanî:
vicdanla, kalbî his ile
ilgili, vicdana ait.
| 114 | BARLA LÂHİKASI