(1)
m
Ú/
Ño
e m
ÜÉn
à`p
c?/
a s
’p
G m
¢ùp
HÉn
j n
’n
h m
Ör
Wn
Q n
’n
h
ayet-i celîlesine isti-
naden, her ne matlubunuz varsa Kur’ân’dadır. Buna mu-
vaffak olmak için, Nurlarla alâkadar olmak, Kur’ân’a ha-
dim olmak, Allah’a karşı haddini ve acz-i tam içinde bu-
lunduğunu anlamak ve bütün mevcudiyetiyle kabul et-
mekle olur diye mütemadiyen mü’minleri bu kestirme, se-
lâmetli ve saadetli yola çağıran Üstadımızdan Allahü Zül-
celâl Hazretleri ebeden razı olsun. Dünyevî, uhrevî bütün
muratlarını hâsıl etsin. Ümmet-i Muhammed’e bağışlasın.
Âmin, bihürmeti Seyyidi’l-Mürselîn.
Duanızın cümlemiz muhtacı ve duanızda bulunmak
hepimizin borcudur. Sabri Efendi kardeşimiz ne güzel
takdir etmiş; maşaallah, maşaallah! Kimin haddidir ki,
bu Nurlarda yanlışlık bulsun. Evet, bazı ibareler belki
edebiyat denilen şeye tam muvafık düşmüyormuş. Bun-
da da isabet var. Çünkü edebiyat satılmıyor, Kur’ân’dan
nurlar gösteriliyor. Bu fakir kardeşiniz bu
Sözler
’i okudu-
ğum zaman Üstadımı temsil eder bir hâl alıyorum. Tabi-
ratınızla, şivenizle okumak bana o kadar zevkli, lezzetli
geliyor ki, tarif edemem. Onun için bir harfe dokunma-
yı azîm bir günah işliyorum telâkki ediyorum. Bazen ver-
diğiniz salâhiyetin manevî kuvvetiyle namınıza olarak bir
harfin yerini değiştiriyor veya kaldırabiliyorum. İşte ben-
deki telâkki ve tesir bu mahiyettedir.
Bu mektubu müsvedde ettiğim vakit tam bu anda mü-
ezzin minarede “Allahü ekber” demişti. Ben de “Allahü
ekber (celle celâlühü)” ile mukabele etmiş idim. Bu hâl iş-
teki kudsiyete açık bir işaret değil mi?
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
acz-i tam:
tam bir zayıflık, güç-
süzlük.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, münase-
betli, bağlı.
Allahü Ekber:
Allah en büyüktür.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun, ka-
bul eyle!” anlamında duanın so-
nunda söylenir.
ayet-i celîle:
büyük ve yüce ma-
naları ihtiva eden ayet.
azîm:
büyük, yüce, ulu.
bazen:
zaman zaman, ara sıra,
her zaman değil.
belki:
umulur, ihtimal, olabilir.
bî hürmet-i Seyyidü’l-Mürselîn:
gönderilen bütün peygamberle-
rin efendisi, reisi.
Celle Celâlühü:
“Onun celâli yüce
ve aziz oldu” anlamında Allah adı
anılınca söylenen bir saygı sözü.
cümle:
herkes.
ebeden:
devamlı, daima.
edebiyat:
duygu, düşünce, hayal
ve olayları en güzel şekilde, sözlü
veya yazılı olarak ifade etme sa-
natı, literatür.
ekber:
daha (en, pek, çok) büyük.
fakir:
zavallı, bîçare, âciz.
günah:
Allah’ın emirlerine aykırı
davranış, uygunsuz fiil, dinî suç.
had:
güc, ehliyet, yetki.
hadim:
hademe, hizmetçi, hizmet
eden, işe yarayan.
harf:
bir alfabeyi meydana geti-
ren, dildeki sesleri ifade eden ve
okuma yazmayı mümkün kılan
işaretlerden her biri.
hâsıl:
peyda olan, çıkan, meyda-
na gelen, ortaya çıkan, beliren.
ibare:
cümle.
isabet:
rast gelme, rastlama.
istinat:
dayanma.
kudsiyet:
1 kutsallık, mukaddes-
lik, azizlik.
kuvvet:
fizikî güç, kudret, takat.
mahiyet:
durum.
manevî:
ruha ve içe ait olan, ruhî.
matlup:
talep edilen, istenilen,
aranılan şey.
mevcudiyet:
mevcut olma, var-
lık.
muhtâc:
ihtiyacı olan, kendisine
bir şey lâzım olan, ihtiyaç içinde
bulunan.
mukabele:
karşılıklı okuma.
murâd:
istek, arzu dilek.
muvaffak:
başaran, başarmış,
başarılı.
muvafık:
yerinde, uygun, uyar,
münasip.
mü’min:
iman eden, inanan.
müezzin:
ezan okuyan kimse.
müsvedde:
karalama, yazı tasla-
ğı, sonradan temize çekilmek
üzere yazılan ilk yazı.
mütemadiyen:
sürekli ola-
rak, devamlı olarak, aralıksız
şekilde, muttasıl, devamlı.
nam:
yerine, vekillik.
razı:
memnun, hoşnut.
saadet:
Hayra, ebedî kurtulu-
şa ermek için Allah’ın insana
yardım etmesi.
selâhiyet:
yetki, izin.
selâmet:
kurtulma, selâmete
çıkma.
şive:
söyleyiş, telâffuz.
tabir:
ifade, söz.
takdir:
bir şeyin değerini, kıy-
metini, lüzumunu anlama.
tarif:
bir kavramı kelimelerle
ifade etme.
telâkki:
anlama, anlayış, gö-
rüş; kabul.
tesir:
etkileme.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete
ait, ahiret âlemiyle ilgili.
ümmet-i Muhammediye:
Hz.
Muhammed’in ümmeti; Hz.
Muhammed’e (
ASM
) bağlı olan
ve yolundan gidenler.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
vakit:
vakit, zaman, an.
zevk:
hoşa giden hâl.
Zülcelâl:
celâl sahibi, büyük-
lük, izzet, heybet ve azamet
sahibi Allah.
1.
Yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir kitapta yazılı olmasın. (En'am Suresi, 59.)
| 112 | BARLA LÂHİKASI