cihetle, terakki ve istifadeleri de o nispette ziyade olur.
Muhterem Üstadım, bu kusurlu talebesine teveccühü, in-
sanlara, mü’minlere, mü’minlerin bilhassa benim gibi
muhtaçlarına derece-i şefkatine ve benim ihtiyacımın en
çok olduğuna delil ve misaldir.
Hülâsa:
Bana liyakatimin çok fevkinde hüsnüzan
eden ve teveccüh gösteren aziz ve muhterem ve müte-
vazi Sabri kardeş, bil ki çok günahkâr, çok âciz, fakir,
müflis, ümmet-i Muhammed’den (
ASM
) bir abdim. Du-
alarınıza çok muhtacım. Acz ve fakr arzuhâlini kabul et-
tirerek hazine-i hassa-i Kur’ân’dan âleme muhtelif nam
ve tarz ve şekillerde cevherler teşhirine muvaffak olan de-
lâil-i Kur’ân’ın kudsî hizmetinde kendisine yardım en
büyük emelim ve en ciddî temennim, en mukaddes niye-
timdir. Bu niyetim sebebiyle Nurlarla meşgul olmak sa-
adetine mazhar olduğum dakikalarında hilâf-ı me’mul ba-
zı sözler kendiliğinden kalbime ve kalemime gelmektedir
ki, bu marifet benim değil, elbet, muhakkak ve mutlak
Hazret-i Kur’ân’dan lemaan eden Nurlara aittir. Öyle ise,
asıl üstad Kur’ân’dır; Üstad-ı Muhteremimiz, elyak ve el-
hak muarrifi, mübelliği ve müderrisidir. Biz muhtaçlar, fır-
satı ganimet bilmeli, cevherleri almalı, kalbimize, dimağı-
mıza nakşetmek, dareynde medar-ı saadetimiz olacak
olan bu Nurları alâkadri’t-tâka neşre çalışarak muhafaza-
sını kuvvetleştirmeliyiz.
(1)
o
?«/
ar
ƒs
àdG $G n
øp
en
h
S
ANİYEN
:
Mektubat
’ın küçüklerinden on üçünü havi hu-
susî mektuplar mecmuasını aldım. Bu vesileyle de
BARLA LÂHİKASI | 109 |
hulâsa:
kısaca, sözün kısası.
hüsn:
güzel.
hüsnüzan:
iyi niyet, güzel sanma,
iyi düşünce sahibi olma.
ihtiyaç:
yokluk, yoksulluk.
istifade:
faydalanma, yararlan-
ma, yarar sağlama.
kudsî:
mukaddes, kutlu, muaz-
zez, aziz.
lemaan:
parlama, parıldama.
liyakat:
iktidar, hüner, fazilet.
mazhar:
nail olma, şereflenme,
kavuşma.
mecmua:
dergi, kitapçık.
medar-ı saadet:
mutluluk vesile-
si, ferahlık sebebi.
muarrif:
tarif eden, etrafıyla anla-
tan, bildiren.
muhafaza:
koruma, saklama, hıf-
zetme.
muhtelif:
türlü türlü, çeşit çeşit.
muhterem:
saygı değer, hürmete
lâyık, aziz, saygın.
mukaddes:
takdis edilmiş, müba-
rek, ayıp ve noksanlardan kurtul-
muş, kutsal, aziz, temiz.
muvaffak:
başaran, başarmış,
başarılı.
muvaffakıyet:
başarı, başarma.
mü’min:
iman eden, inanan.
mübelliğ:
tebliğ eden, haber ve-
ren, bildiren.
müderris:
ders veren, ders oku-
tan.
müflis:
iflâs etmiş, her şeyini kay-
betmiş, malını-mülkünü kaybet-
miş, varını-yoğunu elinden çıkar-
mış.
mütevazi:
alçak gönüllü.
nakş:
ipek, sırma ile işleme.
neşr:
dağıtma, yayma, saçma,
serpme.
niyet:
maksat, meram.
saadet:
mutluluk, kutluluk, bahti-
yarlık, mes’ut olma.
saniyen:
ikinci derecede, ikinci
olarak.
tarz:
üslûp, eda.
temenni:
olmasını veya olmama-
sını isteme; dilek, istek, arzu.
terakki:
ilerleme, gelişme.
teşhir:
sergileme.
teveccüh:
hoşlanma, güler yüz
gösterme, iltifat etme.
teveccüh:
yüzünü bir yöne çevir-
me, yönelme, yöneliş.
Ümmet-i Muhammed:
Müslü-
manlar.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
üstad-ı muhterem:
saygıdeğer
üstad.
vesile:
bahane, sebep.
zan:
düşünce.
ziyade:
çok, fazla, artık.
abd:
kul, köle.
âciz:
zavallı, acınacak.
ait:
ilişkin, dolayı, üzerine.
alâkadri-t-tâka:
güç yettiği
kadar.
âlem:
dünya, cihan.
arzuhâl:
hâlin bildirilmesi, ne
hâlde bulunduğunu bildirme;
dilekçe.
bilhassa:
her şeyden önce,
özellikle.
cevher:
elmas, değerli taş.
ciddî:
mühim, önemli.
dâreyn:
her iki dünya, dünya
ve ahiret.
delil:
şahit, belge, tanık.
derece-i şefkat:
sevgi ve şef-
kat mertebesi.
dimağ:
akıl, şuur.
elhak:
hakkın tâ kendisi, tam
doğrusu; doğrusu ya.
elyak:
daha lâyık, en, pek lâ-
yık, en liyakatli, çok yakışır.
emel:
şiddetli arzu, hırs.
fakir:
zavallı, bîçare, âciz.
fakr:
fakirlik, yoksulluk, muh-
taçlık, züğürtlük.
fevk:
üst, üst taraf, yukarı,
üzeri.
fırsat:
bir iş için en uygun za-
man ve hâl.
ganimet:
beklenmeyen ka-
zanç.
havi:
ait.
hilâf-ı me’mul:
Umulanın ter-
sine, beklenenin aksine.
1.
Muvaffakıyet Allah’tandır.