nüshacık ihsan buyuruldu. Hemen aldığım dakikada, zî-
ruhtan hâlî ve zümrüt misal yeşillenmiş nebatat arasında
bir ağacın altına gittim. Lâkin mevsim itibarıyla haliçe-i
zemin gayet revnektar ve enva türlü çiçeklerle müzeyyen
ve muhteşem ise de anifü’l-beyan eser, âlem-i bekanın
sened-i hakikî ve kat’îsi ve en kavi ve gayet rasîn ve son
derece güzel naklî ve aklî ve mantıkî ve tarifi imkânsız bir
delâil ve berahin-i kat’iye ile müspet ve hatta haşir hak-
kında ayağı kayarak mühlik uçurumlara giden ve en fena
bataklıklara düşen, hüsran ve dalâlette boğulan pek çok
kimseleri dakik ve amik işarat ve hakaika ile ihya ettiğini
ve edeceğini, alâkadri’l-istita, öğrendim. Her ne kadar o
kıymettar eserin derecat-ı refîa ve mühimmesini, hatta en
kısa bir cümlesini bile hakkıyla anlayabilmek ve o husus-
ta söz sarf edebilmek bidaamın fersah fersah fevkinde ise
de, menba-ı hakikîsi bulunan Furkan-ı Mübin’den tam bir
feyz alan ve emsali görülmemiş bir şaheser olduğunu
anladım. Bu fakir, şiddetli acz ve zaafımla bîhad bahr-i
hakaika daldım ve bahr-i muhit-i Nura girebilmeye şu
mübarek eser, elmas bir miftahım oldu. Binaenaleyh ha-
vas ve havassü’l-havas dikkatle onu mütalâa ederlerse
daha ne derecelerde hakaik-ı İlâhiye ve maarif-i Rabba-
niye müşahede ederek iktisab-ı füyuzat edeceklerini
tahmin edemem. Bundan başka şu nuranî ve ulvî ve kud-
sî eser, numarası itibarıyla dokuz eserin daha mu-
kaddemen sebkat ettiğini ima ve işaretle beraber ve on
numaradan sonra daha bir çok eserlerin vücudunu
mutazammın bulunmasına dair bir hassasiyet-i kalbiye
BARLA LÂHİKASI | 101 |
hakikatler.
hâlî:
tenha, boş, ıssız.
haliçe:
küçük halı, kilim, seccade.
hassasiyet-i kalbiye:
kalb inceli-
ği, kalbe ait hisler.
hatt:
sınır çizgisi, sınır.
havassu’lhavas:
en üstün ma-
kamdaki önemli şahıslar.
husus:
mevzu, konu.
hüsran:
zarar, ziyan, kayıp.
ihsan:
verilen, bağışlanan şey.
ihya:
uyandırma, canlandırma.
iktısab-ı füyuzat etmek:
ilim ve
feyiz elde etmek bolluk bereket
kazanmak.
itibar:
dolayı.
kadr:
kıymet, değer.
kavi:
sağlam, inanılır.
kıymettar:
kıymetli, değerli, pa-
halı.
kudsî:
mukaddes, kutlu, muaz-
zez, aziz.
lâkin:
ama, fakat, ancak, şu kadar
var ki.
maarif-i Rabbaniye:
İlâhî bilgiler,
İlâhî terbiye rabbin hikmetlerini
tarif eden.
mantıkî:
akla uygun, mantık ka-
idelerine uygun, mantıklı.
menba:
kaynak, her hangi bir şe-
yin çıktığı yer.
miftah:
açan alet, anahtar.
muhteşem:
ihtişamlı, haşmetli,
görkemli, debdebeli, şanlı, ulu,
yüce, büyük.
mukaddemen:
öne geçerek.
mutazammın:
tazammun eden,
içine alan.
mübarek:
hayırlı, mutlu, uğurlu.
mühlik:
helâk eden, öldüren.
müşahede:
gözlem.
mütalâa:
okuma, dikkatli okuma.
müzeyyen:
ziynetlendirilmiş,
süslenmiş, bezenmiş.
naklî:
nakil ve rivayete dayanan,
anlatıma dayanan, nakil ile öğre-
nilen.
nebatat:
bitkiler.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak, mü-
nevver.
rasîn:
sağlam, dayanıklı.
sarf:
kullanma.
sebkat:
geçme, ilerleme.
sened-i hakikî:
gerçek belge.
şaheser:
değeri üstün olan, üstün
vasıflı.
ulvî:
manevî, ruhanî.
vücut:
var olma, var oluş, varlık.
zaaf:
irade zayıflığı.
zemin:
yer.
zîruh:
ruh sahibi, ruhlu, canlı, ha-
yattar.
zümrüt:
cam parlaklığında, güzel,
yeşil renkte şeffaf bir süs taşı.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
aklî:
tutarlı, mantıklı düşünce,
fikir.
alâkadri'l-istita:
güç, takat
kuvvet gittiği kadar.
âlem-i beka:
sonsuzluk âle-
mi, ahiret.
amik:
inceden ince, tafsilâtlı,
ayrıntılı.
anifü’l-beyan:
adı geçen eser
kitap.
bahr-i muhit:
okyanus.
berahin:
deliller, ispatlar, bür-
hanlar, hüccetler, kanıtlar.
berahin-i kat’iye:
kesin delil-
ler, şahitler.
Binaenaleyh:
bunun üzerine,
bundan dolayı, ondan dolayı,
buna binaen.
dakik:
derin anlamlı.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten
ayrılmak, azmak, doğru yol-
dan ayrılma, azma, batıla yö-
nelme.
delâil:
deliller, bürhanlar, is-
pat vasıtaları.
derecat-ı refia:
yüceltme de-
receleri.
emsal:
eş, benzer.
enva:
çeşitler, türler, neviler.
fakir:
zavallı, bîçare, âciz.
fersah:
üç mil, beş kilometre
veya dört saatlik mesafe.
fevk:
üst, üst taraf, yukarı,
üzeri.
feyiz:
ilim, irfan.
Furkan-ı Mübin:
hak ile batılı
tam olarak ayıran; Kur’ân-ı
Kerîm.
füyuzat:
feyizler, manevî bol-
luk ve bereketler, inayetler.
hakaik:
hakikatler, doğrular,
gerçekler.
hakaik-ı İlâhiye:
Allah’ın
Kur’ân’da açıklamış olduğu