Cûdî’nin kasidesi münasebetiyle buyurduğunuz vecizeyi
burada tekrara münasebet geldi.
»/
àn
?n
?n
e o
âr
Mn
ón
e r
øp
µ
n
dn
h»/
àn
dÉn
?n
ªp
H Gk
ós
ªn
ëo
e o
âr
Mn
ón
e Én
en
h
(1)
(
.?.¢U.´
)
m
ós
ªn
ëo
ªp
H
sırrınca, güzellik yazılarımızda değil, belki i’caz-ı
Kur’ân’dan olan nurlu
Sözler
’e ve
Mektubat
’a aittir. Her
ferd-i mü’min derece-i fehim ve zevkine göre, aslında gü-
zel olan bir şeyi tarif eder. Acz ve fakrdaki lezzet, şefkat
ve tefekkürdeki ulviyet, hakikaten hiçbir şeyle kabil-i kı-
yas değilmiş.
Hâl-i âlem müsait olsa da, hazine-i hassa-i Kur’ân’dan
çıkararak, tabir-i âlînizce, dellâllığını yaptığınız elmasları
çok gözler görse! Görse de, sarhoşlar ayılsa, mütehayyir-
ler kurtulsa, mü’minler sevinse, mülhitler, kâfirler, müş-
rikler imana, insafa, daire-i akla gelseler! Ve bu mes’ut
ve ulvî neticeyi bizlere idrak ettirmesini, eltaf-ı İlâhiyeden
tazarru ve niyaz ediyorum. Âmin.
Muhterem Üstad!
Allahü Zülcelâl Hazretlerine ne kadar müteşekkir bu-
lunsanız yeridir. Acz ve fakr tezkeresiyle girmeye muvaf-
fak olduğunuz saray-ı Kur’ân’ın has hazinesinden, gözler
görmemiş, kulaklar işitmemiş cevherleri görüyor ve me-
zun olduğunuz miktarını necim necim çıkartarak evvelâ
kendiniz bakıyor, sonra “Eyyühe’l-insan! İşte bakınız, bu
misafirhaneyi açan, âlemleri rahmetiyle yaratan, sizi
BARLA LÂHİKASI | 97 |
anlama, kavrama kabiliyeti.
insaf:
Adaletli ve hakkı gözeterek
davranma.
kabil-i kıyas:
kıyaslanabilir, kı-
yaslanabilen, düşünülebilen, öl-
çülebilen.
kaside:
belli bir amaçla yazılmış
divan şiiri ve bu şiirin nazım şek-
li.
lezzet:
her hangi bir şey karşısın-
da duyulan zevk, haz, keyf.
mes’ut:
saadetli, bahtlı, bahtiyar,
kutlu.
mezun:
yetkili, salâhiyetli.
miktar:
kadir, kıymet, ölçü, de-
ğer, derece.
muhterem:
saygı değer, hürmete
lâyık, aziz, saygın.
muvaffak:
başaran, başarmış,
başarılı.
mülhit:
İslâm dininden ayrılan,
Allah’a ve dine inanmayan, Allah’ı
inkâr eden, dinsiz, imansız, mün-
kir.
münasebet:
ilgi, alâka, yakınlık.
müsait:
elverişli, uygun, muvafık.
müşrik:
Allah’a şirk koşan, ortak
tutan.
mütehayyir:
hayrette kalan, şaş-
mış, şaşırmış, şaşkın.
müteşekkir:
teşekkür eden, iyilik
bilen, iyiliğe karşı teşekkür eden.
necim:
yıldız, sitare, ahter, kev-
kep.
niyaz:
rica, dua.
rahmet:
acıma, merhamet etme,
esirgeme, bağışlama, şefkat gös-
terme.
saray-ı Kur’ân:
Kur’ân sarayı.
sarhoş:
şuuru yerinde olmayan.
sır:
manevî hakikat ve marifetler.
şefkat:
acıyarak ve esirgeyerek
sevme, içten ve karşılıksız mer-
hamet, karşılık beklemeden yar-
dım etme.
tabir-i âlî:
değerli yüksek söz.
tarif:
bir nesneyi bütün vasıflarını
içine alacak şekilde sözlü veya
yazılı olarak anlatma, tanım.
tazarru:
yalvarma, Allah’a huşû
içinde yalvarma.
tefekkür:
mantık kaidelerine uy-
gun bir şekilde düşünme, fikir ge-
liştirme.
tezkere:
resmî izin kâğıdı,bilet,
belge.
ulvî:
manevî, ruhanî.
ulviyet:
ulvîlik, yücelik, yüksek-
lik, ululuk.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
vecize:
özdeyiş, icazlı söz, öz, kı-
sa fakat ifadece kuvvetli söz.
zevk:
hoşa giden hâl.
Zülcelâl:
celâl sahibi, büyüklük,
izzet, heybet ve azamet sahibi Al-
lah.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
ait:
ilişkin, dolayı, üzerine.
âlem:
dünya, cihan.
asl:
gerçek, hakikat.
belki:
kat’iyetle.
cevher:
elmas, değerli taş.
daire-i akıl:
akıl dairesi, aklın
ikna olduğu alan.
dellâl:
ilân edici; hakka davet
eden.
derece-i fehim:
anlama, an-
layış derecesi, idrak, zekâ
mertebeleri.
elmas:
çok kıymetli bir mü-
cevher.
eltaf-ı ilâhiye:
Allah’ın lütfu,
ikramı.
eyyühe’l-insan:
ey insan!
fakr:
varlıktan geçme, yalnız
Allah’a muhtaç olma.
ferd-i mü’min:
iman eden,
inanan kişi.
hakikaten:
hakikat olarak.
hâl-i âlem:
şimdiki hâl ve ya-
şama şekli.
hazine-i hassa-i Kur’ân:
Kur’ân’ın has ve özel hazinesi.
i’caz-ı Kur’ân:
Kur’ân’ın
mu’cize oluşu.
idrak:
anlayış, akıl erdirme,
1.
Ben sözlerimle Muhammed'i (
ASM
) övmüş ve güzel göstermiş olmadım; bilâkis, Muham-
med’den (
ASM
) bahsetmekle sözlerimi övmüş ve güzelleştirmiş oldum. (İmam-ı Rabbanî,
Mektubat, 1:58.)