tedavi ve yeniden hayat bahşetmiş olduğundan, arz-ı min-
nettarî eyler ve bu bînazir mücevherat mahzeninin diğer
renkli kapılarının da açılmasını âcizâne istirham eylerim.
Otuz Üçüncü Mektubun Otuz üç penceresinden ayrı
ayrı lemaan eden nuranî ziyalar kalb-i âcizâneme feyyaz
nurlarıyla gül-âblar serpti. Daha birçok Nur Risalelerinin
füyuzatından hisseyab olmasını bârigâh-ı ehadiyetten ta-
zarru ederim efendim.
Hafız Zühtü
ì®í
Œ
47
œ
[Yine şu fıkra Sabri’nindir.]
Maruzat-ı Hususiye:
Şu on dördüncü asr-ı Muhamme-
dîde (
ASM
) marziyat-ı Rabbaniye ve tebligat-ı Ahmediyeyi
bihakkın ifa ve icra ve ilâm ve infaz eden elhak “matla-i
şems-i füyuzat” tabiriyle tavsif ve tazime masadak bulu-
nan Nur risale-i feridelerinden ruh-i âcizîye in’ikâs eden
ve sermaye-i kemterânemden olmayıp sırf
Risaletü’n-
Nur’
un füyuzat ve lemaatından derip çatıp yazdığım
arîzalarım, mahza bir eser-i hüsn-i teveccüh-i kerîmâneleri
olarak
Risaletü’n-Nur
sırasına idhal edilmesi hicabımı
intaç etmiştir. Zira bahr-i muhita nispeten bir cetvel
hükmünde bile olamayan bu abd-i âcizin pürkusur ifa-
deleri, öyle bâlâ bir mevkide yer tutacak bir mahiyette
olmadığı aşikârdır. Umarım Cenab-ı Kibriya’dan ki,
BARLA LÂHİKASI | 91 |
husus:
birinin özel bir şeyi olma.
i’lâm:
bildirme, bildirilme, anlat-
ma, haberdar etme.
icra:
yürütme, bir kararı, bir dü-
şünceyi gerçekleştirme, bir işi ye-
rine getirme, kuvveden fiile geçir-
me, yapma.
idhal etme:
dâhil etme, içine al-
ma, sokma.
ifade:
deyiş, söyleyiş, söyleyiş
tarzı.
in’ikâs:
aksetme, aksetme.
infaz:
bir hükmü yerine getirme,
bir emri gerçekleştirme.
intaç:
netice verme, sonuç do-
ğurma, sonuçlanma, sebep olma.
istirham:
rica etme.
kalb-i âcizâne:
âciz olan kalb,
âciz olana yakışır şekildeki kalb.
kerîm:
kerem sahibi, ihsan edici,
cömert, eli açık.
lemaan:
parlama, parıldama.
lemaat:
lem’alar, parıltılar, parla-
yışlar.
mahiyet:
durum.
mahza:
halis, katkısız, tam.
maruzat:
istek.
marziyat:
razı olunacak şeyler,
Allah’ın rızasına dair olanlar, Al-
lah’ın rızasına mazhar olacak hâl
ve hareketler.
masadak:
doğrulayan, tasdik
eden.
matla-i şems-i füyuzat:
feyizler,
bereketler, ilim irfan bolluğu sa-
çan güneşin doğma yeri.
mevki:
makam, memuriyet.
mücevherat:
mücevherler, el-
mas, yakut, zümrüt v.b. süs taşla-
rıyla süslenmiş ziynet eşyaları.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak, mü-
nevver.
pürkusur:
çok kusurlu.
risale-i feride:
eşsiz risale, kitap.
ruh-i âcizî:
âciz, zayıf olan benim
ruhum.
sermaye-i kemterâne:
eksik ser-
maye.
sırf:
ancak, yalnız.
tabir:
bir mana taşıyan söz.
tavsif:
vasıflandırma, mahiyetini
ve sıfatlarını ortaya koyma, etraf-
lıca tarif etme, niteleme.
tazarru:
yalvarma, Allah’a huşû
içinde yalvarma.
tazim:
hürmet, ululama, büyük
sayma.
tebligat-ı Ahmedî:
Hz. Muham-
med’in getirdiği ilâhi emirleri.
tedavi:
hastalığı iyileştirme için
yapılan bakım.
Zira:
çünkü, ondan ki, şundan, şu
sebepten ki, onun için.
ziya:
ışık, aydınlık, nur, parlaklık.
abd:
kul, köle.
âciz:
güçsüz.
âcizâne:
âciz ve güçsüz bir
şekilde.
ariza:
isteklerini arz etme, di-
le getirme, alttan üste takdim
edilen yazı veya mektup.
arz-ı minnettarî:
iyiliklere
karşı teşekkür bildirme, min-
net duyma.
asr-ı Muhammedî:
Hz. Mu-
hammed’in devri, zamanı.
aşikâr:
açık, belli, meydanda.
bahr-i muhit:
okyanus.
bahş:
bağış, ihsan, verme. ba-
ğışlayan, veren, affeden.
bâlâ:
yüksek, yukarı, yüce,
üst.
bârigâh-ı ehadiyet:
tek sığı-
nılacak yer olan İlâhî dergâh.
bihakkın:
tamamıyla, hakkıy-
la.
bînazir:
benzeri olmayan, eş-
siz, benzersiz, nazirsiz.
Cenab-ı Kibriya:
Yüce Rab,
azamet ve kudreti sonsuz, şe-
ref ve azamet sahibi olan Ce-
nab-ı Allah.
cetvel:
su kanalı, kanal.
elhak:
hakkın tâ kendisi, tam
doğrusu; doğrusu ya.
eser-i hüsn-i teveccüh-i ke-
rîmâne:
kerem sahibi kimse-
nin karşısındaki kişiye önem-
le yönelmesinin ürünü.
ferit:
tek, eşsiz, eşi olmayan;
kıyas kabul etmez, üstün.
feyyaz:
feyiz, bereket, bolluk
veren; Allah.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
füyuzat:
feyizler; manevî bol-
luk ve bereket, iyilikler.
gül-âb:
gül suyu.
hisseyab:
hisselenen, fayda-
lanan, hisse alan, hissesi olan.