malik olanların bile takdirine hakkıyla şayan olduğunu kail
ve kaniim.
Sabri
ì®í
Œ
33
œ
Kemal-i ulviyet ve kıymet-i bînihayesini arz ve ifadeden
âciz bulunduğum şu
Sözler’
deki âlî ve azîm üslûp ve ga-
yeler, bu abd-i pürkusuru ihya ve âdeta “ba’sü ba’del-
mevt” hâline getirdi ve “Siyah Dutun Bir Meyvesi” na-
mıyla müsemma, Avrupa meftunlarına endaht edilen al-
tın topun elmas güllelerini gördüm, hayran oldum.
Sabri
ì®í
Œ
34
œ
Yirminci Mektubu yazarken vaktimin adem-i müsaade-
si cihetiyle çabuk yazmaya fazlaca sa’y ettiğimden sathî
bir nazar ve kıraat edildi. Derince düşünüp zihnimde ta-
karrür ettiremedim ise de, müsaade-i fazılâneleri ile şu ha-
kikati arza ictisar ediyorum ki, bu mektub-i azîmü’l-mef-
hum, şimdiye kadar tesyar buyurulan umum Nur Risale-
lerinin hülâsatü’l-hülâsa zübdesi ve menba-ı amîki oldu-
ğuna müşahedemle beraber tafsilât ve teşrihat hususun-
da dahi zevi’l-akıl olanlar için ibare-i Arabî ile tahrir bu-
yurulan ve yedi fıkra-i manidar ve Türkçe meallerinde
münderiç olduğuna kanaat-i kâmilem mevcut bulunduğu-
nu arz ile başkaca bir arzu daha uyandırdı ve dedim:
BARLA LÂHİKASI | 83 |
kanaat-i kâmile:
tam ve mü-
kemmel kanaat, fikir.
kani:
kanmış, inanmış, tatmin ol-
muş.
kemal-i ulviyet:
en yüksek de-
ğer.
kıraat:
okuma, devamlı ve düz-
gün okuma.
kıymet-i bînihaye:
bitmez tü-
kenmez kıymet.
malik:
sahip.
meal:
anlam, mana, mefhum,
mazmun, kavram.
meftun:
Gönül vermiş, vurgun,
müptelâ, düşkün, tutkun.
mektub-i
azimü’l-mefhum:
mektubun ifade ettiği büyük ma-
nalar.
menba-i amik:
ince ince akan
kaynak.
mevcut:
var olan, bulunan, olan.
münderiç:
içine bulunan, içinde
yer almış, içindeki.
müsaade:
izin, icazet, ruhsat.
müsade-i fazılâne:
âlim ve üstün
kimsenin izni.
müsemma:
tesmiye edilmiş, ad
verilmiş, isimlendirilmiş, adlı, ad-
lanmış.
müşahede:
gözlem.
nam:
ad, isim.
nazar:
düşünme, fikir, mülâhaza,
niyet.
Risale:
belli bir konuda yazılmış
küçük kitap, broşür.
sa’y:
çalışma, çabalama, gayret
etme, iş görme, emek sarf etme.
sathî:
yüzeysel.
şayan:
yakışır, yaraşır, değer, lâ-
yık, münasip.
tafsilât:
tafsiller, açıklamalar,
izahlar, etraflı olarak bildirmeler.
tahrir:
yazma, yazı; kitabet, kom-
pozisyon.
takarrür:
karar bulma, karar kıl-
ma, yerleşme.
takdir:
bir şeyin değerini, kıyme-
tini, lüzumunu anlama.
tesyar:
gönderme, gönderilme.
teşrihat:
teşrih etmeler, açmalar.
umum:
hep, bütün, cümle, her-
kes.
üslûp:
tarz, yol, biçim, usul, stil.
vakit:
vakit, zaman, an.
zekâ:
ilişkileri kavrama ve yeni
şartlara uyabilme kabiliyeti.
zihin:
bilinç, dimağ.
zübde:
bir şeyin en mühim kısmı,
bir şeyin özü, seçkin kısmı.
abd-ı pürkusur:
çok kusurlu
kul, köle.
âciz:
beceriksiz, kabiliyetsiz.
adem-i müsaade:
izinsizlik,
müsaadesizlik.
âdeta:
sanki, düpedüz, baya-
ğı, bas bayağı.
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
arabî:
Arapçaya ait, Arap dili
ile ilgili.
arz:
söyleme, ifade etme.
arzu:
bir şeye karşı duyulan
istek, heves.
ba sü ba’delmevt:
ölümden
sonraki diriliş.
ba’delmevt:
ölümden sonra.
cihet:
sebep, vesile, mucip,
bahane.
elmas:
çok kıymetli bir mü-
cevher.
endaht:
atma, atış; atılma.
fazl:
alicenaplık, ihsan, cö-
mertlik.
fazla:
artık, ziyade, çok artan.
fıkra-i manidar:
yüksek ma-
na taşıyan fıkra, bölüm.
gaye:
maksat, meram, hedef.
gülle:
top mermisi.
hâl:
durum, vaziyet, keyfiyet;
içinde bulunulan durum ve
şartların bütünü.
hayran:
çok takdir eden, çok
beğenen, hayranlık hisseden.
husus:
mevzu, konu.
hülâsa:
bir şeyin özü, esası,
temel kısmı.
ibare:
cümle.
ictisar:
cesaret.
ifade:
anlatma, anlatım, anla-
tış.
ihya:
canlandırma, diriltme,
hayat verme, yeniden hayata
döndürme.
kail:
inanmış, aklı yatmış, ka-
bul etmiş.