Yirmi Yedinci Mektubun Zeyli
ve İkinci Kısmı
Œ
25
œ
[Hulûsî-i Sani ve büyük bir âlim
olan Sabri Efendi’nin fıkralarıdır.]
Mebus-i Âlem Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz Haz-
retlerinin insanları hayrette bırakan ve cüz’î şuuru olana
iman-ı kâmil bahşeden fevkalhad ve harikulâde manen
bin enva-ı mu’cizat-ı Ahmediyeyi ihtiva eden ve pek âlî
ve azîm kıymeti müspet ve müsellem bulunan On Doku-
zuncu Mektubun dördüncü cüz’ünü; nazar ve teveccüh-i
fazılânelerinde min-gayr-i haddin vekilleri bulunduğum
mumaileyh Hulûsî Beyefendi’ye irsal kılınmak üzere istin-
saha başlamıştım. Bin mu’cize-i Muhammediye münde-
riç olan On Dokuzuncu Mektup, mukaddemen dahi arz
edildiği vecihle, arzumun fevkinde pek ziyade ulvî ve nu-
ranî mebahis ve vekayi-i risaletmeabiyeyi beyan ve müj-
de ile ruh ve kalb-i âciziyi bahar-ı âlem gibi gül ve gülis-
tanlığa çevirmiştir. Bu hususta kalben hisseylediğim duy-
gulardan mütevellit ve lâzımü’l-arz methüsenayı gayet
parlak bir tarzda arz etmek ehass-ı emelim ise de maa-
lesef söylemekten âciz bulunduğumu beyan ile iktifa
BARLA LÂHİKASI | 77 |
kâmil:
tam, olgun, eksiksiz, nok-
sansız, mükemmel.
kıymet:
değer, bir şey için tespit
edilen karşılık, paha, bedel, tutar.
lâzımü’l-arz:
arz etme gereği
olan, bildirme ihtiyacı olan.
manen:
iç varlık bakımından,
duyguca, gönülce, yürekçe, ruh-
ça, mana itibariyle, manaca.
meabiye:
sığınılacak yer, geri dö-
nülecek yer.
mebahis:
mebhaslar, bahisler.
mebus-i âlem:
Allah tarafından
peygamber olarak gönderilen.
medih:
övme.
min-gayr-i haddin:
haddim ol-
mayarak.
mu’ciz:
insanı âciz bırakan iş, ay-
nısını yapmakta başkalarını acze
düşüren, kimsenin yapamayacağı
yolda olan.
mu’cize-i Muhammediye:
Hz.
Muhammed’in mu’cizesi.
mukaddem:
önde bulunan.
mumaileyh:
sözü edilen, adı ge-
çen.
münderiç:
içine bulunan, içinde
yer almış, içindeki.
müsellem:
herkes tarafından ka-
bul edilen, doğruluğu, gerçekliği
herkesçe kabul edilmiş olan, bel-
li, aşikâr, söz götürmez, su götür-
mez.
mütevellit:
doğan, doğmuş.
nazar:
göz atma, bakma, bakış.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak, mü-
nevver.
risalet:
elçilik, nebîlik, resullük,
peygamber olarak gönderilme,
peygamberlik.
ruh:
hayat ve canlılık veren şey.
sâni:
ikinci.
sena:
överek bahsetme, övme,
övüş, medih.
şuur:
kendi varlığından haberi ol-
ma hissi, bilinç.
tarz:
biçim, şekil, suret.
teveccüh-i fazılâne:
âlim kişinin
teveccühü.
ulvî:
yüksek, yüce.
vecih:
uygun, lâyık, münasip.
vekayi-i risaletmeabiye:
pey-
gamberlik sahibinin olayları.
zeyil:
ek, ilâve.
ziyade:
çok, fazla, artık.
âciz:
zavallı, acınacak.
Aleyhissalâtü Vesselâm:
sa-
lât ve selâm üzerine olsun.
âlî:
yüce.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim
adamı.
arzu:
bir şeye karşı duyulan
istek, heves.
azîm:
büyük.
bahar-ı âlem:
âlemin baharı.
bahş:
bağış, ihsan, verme. ba-
ğışlayan, veren, affeden.
beyan:
deliller göstererek is-
patlama.
cüz’î:
az, parçaya ait olan,
pek az.
ehass-ı emel:
özel arzu, baş-
lıca istek.
enva-i Mu’cizat-ı Ahmediye:
Hz. Muhammed’in mu’cizele-
rinin türleri.
fazıl:
faziletli, fazilet sâhibi,
erdemli, faik, üstün.
fevk:
üst, üst taraf, yukarı,
üzeri.
fevkalhad:
haddinden fazla,
pek çok, sınırı aşan.
fıkra:
bent, madde, paragraf.
gayet:
çok, fazla, son derece.
his:
anlama, sezme, idrak.
husus:
mevzu, konu.
ihtiva:
içine alma, içinde bu-
lundurma.
iktifa:
yeterli bulma, kâfi gör-
me, var olanla yetinme.
irsal:
göndermek gönderil-
mek, yollamak.
istinsah:
nasihat alma, öğüt
isteme. nüshasını yazma, ör-
neğini çıkarma, kopya etme.
kalben:
kalb ile, kalbden, sa-
mimî, içten, gönülden, yürek-
ten, kendi kendine, can ü gö-
nülden.
kalb-i âcizi:
zayıfın kalbi.